Cilt 8, Sayı 9, Makale Koleksiyonu
Permanent URI for this collection
Recent Submissions
Item Stalin Dönemi Gulag kamplarında yaşam(Aksaray Üniversitesi, 2022) Karpuz, ElifSovyet Rusya tarihinin siyasi boyutundan ziyade sosyal yapısında izler bırakmış olan GULAG kamplarının niteliksel olarak ele alınacağı bu çalışmada amaç; Stalin dönemiyle özdeşleştirilen ve Rusya’nın hızla sanayileştiği dönemde göz ardı edilen uygulamalardan biri olan GULAG kamplarına dikkat çekmektedir. Pek çok filme ve edebî esere konu olmuş bu kamplarda tutukluların bir günlük kamp yaşantısındaki zorluklar, kaynaklar ışığında çalışmanın ana konusunu oluşturmaktadır.Item Delhi Türk sultanlığında Leknevti(Aksaray Üniversitesi, 2022) Önel, Enes FıratŞehirlerin sahip oldukları kültürel kimlikler, üzerlerinde hüküm süren devletlerin tarihleri ile şekillenmektedir. Tarihin en erken devirlerinden itibaren birçok devlete ve medeniyete ev sahipliği yapan Asya’nın güneyindeki Hindistan coğrafyası ise, bu anlamda oldukça zengin bir kültürel mirasa sahiptir. Muhtelif kültürleri bünyesinde barındırması, sahip olduğu zenginliklerin sürekli arzulanan birer ihtiyaç konumunda olması1 , Hindistan’ı büyük savaşların sahnesi konumuna getirse de bu durum günümüze değin varlığını devam ettiren kadim kültürlerin ve şehirlerin vücut bulmasını sağlamıştır. Hindistan’ın çeşitli milletlerle yoğrulan siyasi tarihi, başkent olma kimliğini bünyesinde barındıran Delhi, Lahor, Agra, Pencap gibi şehirlerin tarihleriyle iç içe geçmiştir. Söz konusu şehirlerin Hindistan’ın kuzey ve kuzeybatısında bulunması, Hindistan’a yapılan seferlerin genellikle kuzeybatı doğrultusundan gerçekleştirildiği göz önünde bulundurulduğunda, merkez olarak seçilmelerindeki birer siyasi karar olarak görülebilir ancak Hindistan’ın doğu sınırındaki Bengal’in Leknevti şehri, hem Hindistan’daki yöneticiler hem de Bengal üzerinde farklı bir konumu bulunmaktadır.Item 20. yüzyılda alternatif bir askerî kuvvet: Hitlerjugend teşkilatı(Aksaray Üniversitesi, 2022) Erbaş, ZeynepSavaş organizasyonunun bünyesinde barındırdığı anarşizm ve dinamizm, kendi içerisinde doğal bir evinim sirkülasyonunu meydana getirmiştir. Harp türlerinin doğurganlığı, talimnameler ile sınırları çizilemeyen, mütevazı sayılamayacak adaptasyon ve kurgulama yeteneğine dayanmıştır. Mevcut dönemin politik, iktisadi, teknoloji ve dini gelişmeleri, harbin yeni bir kimlik kazanmasında itici bir güç olmuştur. İkinci Dünya Savaşı (1939-1945) dönemine kadar siper harbi, savaş ve muharebelerin geleneksel biçimi olmuş; aynı zamanda ordu ve sivil arasında bariz bir sınır oluşturarak sivil yerleşim alanlarından uzak kalınmıştır. Durağan, uzun zamanlı ve birey bazlı yapısının savaşın dinamik yapısını karşılamadığı, teknolojinin orduya entegre edilmesiyle yaşanılan teknik devrim ile anlaşılmıştır. Askerî teknik devrim, savaş endüstrisini beslemiş; savaş endüstrisi ise iktidar ve asker kanallarının ego dürtüsünü besleyerek militarizmi silah sistemlerine kategorize etmiştir.Item Eski Mezopotamya toplumlarında beslenme alışkanlıkları(Aksaray Üniversitesi, 2022) Okcu, Efeİnsanoğlu, tarihin en eski devirlerinden itibaren hayatını idame ettirebilmek için nehir kıyılarını ya da akarsulara yakın yerleri yerleşim bölgesi olarak tercih etmiştir.1 Şüphesiz ki bu olayın en büyük örneklerinden birisi de Dicle (İdiglat) ve Fırat (Purattu) Nehirleri arasında gelişen Mezopotamya medeniyetidir.2 Bir yerleşim alanı olarak Mezopotamya adını ilk kez eski Yunan seyyahları ve tarihçileri kullanmışlardır. Kelimenin kökeni, “mesos” orta ve “potamos” ırmak sözcüklerinin birleşmesinden oluşmaktadır.3 Mezopotamya coğrafyasında, yaşanılan bölgenin getirmiş olduğu şartlar doğrultusunda tarımsal faaliyetler ile uğraşılmaya başlanmıştır. Çeşitli ürünlerin ve baharatların harmanlanarak bir yemek haline getirilmesi de büyük bir olasılıkla Neolitik Çağ’ın başlarında meydana gelmiştir. Bu gelişmeler neticesinde de kendine özgü bir beslenme alışkanlığı ve damak tadı oluşturan toplulukların başında hiç şüphesiz ki Mezopotamyalılar önemli bir yere sahiptir. Eski Mezopotamya mutfağı ve beslenme alışkanlıkları hususunda önemli bilgiler elde edebileceğimiz üç adet çivi yazılı tablet bulunmaktadır. Bu tabletler Yale Üniversitesi koruması altında bulunduğundan dolayı “Yale Culinary Tablets” şeklinde ifade edilmektedir. Takribi bir şekilde M.Ö. 1700’lere tarihlenen bu tabletler Akad dilinde yazılmıştır.Item Geçmiş yılların hikâyesi’nin ideolojisi: eski ahid ile paralellikler, Slavların “tanrı tarafından seçilmişliği” meselesi(Aksaray Üniversitesi, 2022) Büyükçolak, AlihanBu çalışma, ilk Rus kroniğinde milli bir ideolojinin içkin olup olmadığını tetkik etmekte olup, müstakil Rus devlet teşkilatının oluşum sürecinde Doğu Avrupa’nın bu yeni siyasi kültürünün Rus ruhbanları tarafından geliştirilmiş meşruiyet iddiasını konu edinmektedir. İlk Rus kroniğini teşkil eden Geçmiş Yılların Hikâyesi, aktardığı tarihi hikâyelerin yanında içerdiği tarihi coğrafya verileriyle de Doğu Avrupa tarihinin en önemli kaynak metinlerindendir. Rus devlet teşkilatının oluşum sürecinde kaleme alınan kronik, sadece siyasi ve askeri olaylarla sınırlı kalmayıp X ve XI. asır Slav sosyal hayatının meseleleri hakkında da bilgiler içermektedir. Bugün Doğu Slavları olarak tesmiye olunan zümrenin ilk tarihi kroniği olan Geçmiş Yılların Hikâyesi, çağdaşı olan diğer Slav kronikleriyle kıyaslandığında (yani ilk Leh kroniği olan Gall Anonim Kroniği ve ilk Çek kroniği olan Praglı Kozma Kroniği ile) yazım stili, üslubu ve kaynakları itibariyle ciddi farklılıklar içermektedir. Zikredilen bu iki kroniğin yazarlarının da ruhban sınıfına mensup olmaları, aynı tahsil ve dünya görüşünü paylaşmış olmalarına rağmen, İlk Rus Kroniği’nin diğer Slav kroniklerinden niçin farklı bir hususiyete sahip olduğu yaptığımız bu çalışmanın araştırma sorusunu teşkil etmektedir.Item XX. yüzyıl başında Kırgız Türklerinin Anadolu Türklerine olan maddi ve manevi yardımları(Aksaray Üniversitesi, 2022) Razak Ulu, DastanbekOsmanlı Devleti ile Türkistan Hanlıklarının münasebetleri ve birbirine olan yardımları 16. yüzyılda başlamıştır. Osmanlı hükümeti, Türkistanlı hacılara devlet bütçesinden yardım etmiş ve onların konaklar ve tekkeler kurmalarına izin vermiştir. Türkistan’ın Rusya ve Çin tarafından işgal edilmesinden sonra, Osmanlı Devleti’nin Türkistanlılarla ilişkileri yoğunlaşmıştır. XX. yüzyılın başlarında, Panislamizm ve Pantürkizm fikirlerinin güçlenmesiyle, Osmanlı vatandaşları Türkistan’a daha ziyade, tüccar, öğretmen, dini rehber, usta ve casuslar vasıtasıyla gelmeye başlamışlardır. Aynı zamanda Rusya Türkleri başta olmak üzere, Türkistanlılar da Osmanlı topraklarına eğitim, hac, sürgün vd. nedenler ve yollarla gelmeye başlamışlardır. Bunların arasında, Tanrı Dağları ve Fergana’da yaşayan Kırgız Türkleri de vardı. Tarihi belgelerde, Osmanlı vatandaşlarının da XX. yüzyıl başında Kırgız topraklarında varlıklarını görmekteyiz. Bu dönemlerde Anadolu Türkleri ile Türkistan Türkleri arasında kardeşlik duyguları uyanmış, birbirleriyle ilişkide olmak gerekliliği kanısına varmışlar ve birbirlerine ellerinden gelen yardımı yapmışlardır. Bu çalışmamızda, XX. yüzyıl başında Kırgız Türklerinin Osmanlı Devleti’ne ve Anadolu Türklerine olan maddi ve manevi yardımları ele alınacaktır.Item Eğitimci, araştırmacı-yazar: İbrahim Çiçek(Aksaray Üniversitesi, 2022) Hançer, Enesİbrahim Çiçek, öğretmenliği sadece bir iş olarak görmeyip ömrü boyunca öğrenmeyi ve öğretmeyi kendisine ilke edinmiş bir Cumhuriyet öğretmenidir. Köyünden çıkıp Köy Enstitüsü’nde okumuş, uzun yıllar öğretmenlik yaptıktan sonra emekli olmuştur. Ardından “Öğretmenin, emeklisi olmaz.” anlayışıyla hareket etmiş; okuma, yazma, araştırma, inceleme çalışmalarına ağırlık vermiştir. Emeklilikten sonra kırk yılı aşkın süre farklı uğraşlarla meşgul olmuş, birçok eser kaleme almıştır. Öğrenmeye ve öğretmeye ömrünün son günlerine kadar hiç ara vermemiştir. Bu çalışmayla eğitimci, araştırmacı-yazar, yerel tarihçi İbrahim Çiçek gibi bir şahsiyetin insanlara anlatılması ve daha fazla insana özellikle gençlere tanıtılması amaçlanmıştır. Bu doğrultuda kendisi ile yaptığımız görüşmeler, kitapları, hakkında yazılanlar ve söylenenler çalışmamızın temelini oluşturmuştur.Item Gazneli Devleti’nde taht mücadeleleri(Aksaray Üniversitesi, 2022) Demir, KemalOrtaçağ Türk-İslam devletlerinin birçoğunda görülen Türk hâkimiyet telakkisi Gaznelilerde de İslamiyet’in getirdiği birtakım eklemelerle birlikte devam etmiştir. Hükmetmenin, hâkim olmanın Tanrı tarafından verildiği anlayışı İslamiyet ile birlikte Allah’ın yeryüzündeki gölgesi olma vasfına dönüşmüştür. Gaznelilerde bu duruma en iyi örnek ise Mes’ûd ve Muhammed arasında meydana gelen taht mücadelesi sırasında Muhammed taraftarlarının Mes’ûd’a yazdığı mektupta görülmektedir; “Sultanı, peygamberin halifesinin halifesi olarak kabul ediyor ve ona bey’at ve itaati farz olarak görüyoruz” cümlesiyle hükmetmeye/yönetmeye dair verilen önem ve kutsallık çok iyi anlaşılmaktadır.1 Hanedan üyesi herkesin yönetme hakkının bulunması ve katı, sabit bir veraset sisteminin de bulunmaması ile birlikte Gazneli Devleti’nin siyasî hayatı boyunca taht mücadeleleri birçok kez meydana geldi.2 Sebüktegin’in oğlu İsmâil’i veliaht ilan etmesine rağmen Mahmûd’un, daha büyük ve tecrübeli olduğu için tahtta hak iddia etmesi; Mahmûd’un oğlu Muhammed’i veliaht yapmasına rağmen, ordu desteğini arkasına alan Mes’ûd’un, kardeşi Muhammed’i saf dışı bırakması; Mes’ûd’un oğlu Mevdûd’u veliaht ilan etmesine rağmen amcası Muhammed’e karşı savaşması gibi durumlar bunun bir göstergesidir.Item Selçuklu Devlet bürokrasisi’nin teşkilatlanmasında ve yönetiminde fars etkisi(Aksaray Üniversitesi, 2022) Deniz, Simge NurSelçuklu Devleti adını Oğuzların Kınık boyuna mensup olan Selçuk Bey’den alır. Aynı zamanda Oğuz Devleti’nin ordu kumandanı olan Selçuk Bey, Oğuz Yabgu Devleti’nde Demür Yalığ unvanı ile Sü-başı vazifeliği yapmış olan Dukak Bey’in oğludur. Dukak Bey Selçuklu soyunun atası idi. Selçuk Bey’in Mikail, Arslan (İsrail), Musa, Yusuf ve Yunus adlı beş oğlu vardı. Gayri-Müslimlerle yapılan bir savaşta şehit düşen Mikail’in Davud (Çağrı Bey) ve Muhammed (Tuğrul Bey) isimli iki oğlu dedeleri Selçuk Bey tarafından büyütülmüş, anneleri Türk geleneğine göre amcaları Yusuf ile evlendirilmişti. X. yüzyılın ikinci yarısından sonra Oğuzlar iki ayrı gruba ayrıldı. 1 Birinci ve ikinci bölük şeklinde izah edeceğimiz bu gruplardan birinci bölük Karadeniz’in kuzeyinden Balkanlara inerken, ikinci bölük ise göç yeri olarak kendi devletine bağlı bir uç şehri olan Cend’e göç etti.2 Selçuk Bey, devlet idaresini elinde bulundurmak istiyordu fakat bu çabuk anlaşılınca, Yagbu ile mücadele edemeyeceği için aile bireyleri ve Kınık boyuna mensup Oğuz askerleri ile birlikte hayvanlarını da yanına alarak kışlık başkentten yazlık başkent olan Cend’e gelmişti.3 Selçuklu ve Oğuz göçleri yaşanmasaydı İran'ın bazı bölgeleri Araplaşmaya gebeydi. Göçebe kültürüne sahip olan Selçukluların, Gaznelilerden aldıkları siyasi mirası korumak için güçlü bürokratik mekanizmaya gereksinimleri vardı. Onlar Sâmânî bürokrasisini tercih ettiler. Bu bürokrasinin en önemli özelliği Fars dilli olması, sırtını yerel feodal güce dayaması ve onları kollaması idi. Ancak bu bürokrasi zaman içerisinde Selçuklu hanedanlığı ile Selçuklu boylarını oluşturan Oğuz-Türkmenler arasında büyük sorunların doğmasına neden oldu. Farsça konuşan bürokratik kesimin İran coğrafyasında kökleşmesini sağlayanlar Selçuklular olmuştur denilebilir.Item Ağalık Devri sona ererken Aksaray’ın idaresine dair 1857 tarihli bir arşiv belgesi ve düşündürdükleri(2022) Aygün, NecmettinOsmanlı Devleti’nin, güvenlik hususu başta olmak üzere tarım üretiminin ve asker temininin bel kemiği olan tımar sistemi, bilhassa mirî (devlete ait) topraklardan elde edilen tarım gelirlerinin devlet tarafından “askerî”lere1 (ehl-i örf mensuplarına) tımar olarak tahsis edilmesine dayanmaktaydı. Tımarlı sipahi köyde yaşar, tarımsal verimi düzenlemeye veya arttırmaya göz-kulak olur, öşür başta olmak üzere köylünün devlete vermesi gereken vergileri toplar, maaşını köy gelirlerinden alır, güvenliği sağlar, kamu yatırımlarına öncülük eder ve savaş zamanı geldiğinde de sefere iştirak ederdi. Böylelikle devlet, hem tarımsal üretimi hem de savaşacak insan gücü (sipahi) ihtiyacını teminat altına almış olurken ilave bir memura ihtiyaç duymadan vergilerini de toplardı. Başta tımar sisteminin hükmünü kaybetmeye başlaması olmak üzere, zamanla değişen şartlara2 bağlı olarak 1600’lü yılların ikinci yarısından 1840’lara kadar sancakbeylerinin yerlerini “mütesellim” denilen kimseler almaya başlamıştır3 . Bu dönem, aynı zamanda taşrada merkezi temsil eden alaybeyi, sancakbeyi ve beylerbeyi (vali) gibi üst düzey ehl-i örf mensuplarının bağımsızlıklarını giderek yitirmeye başlamalarına karşılık gelmektedir. Bu gelişme yereldeki ayan ve eşrafın taşrada yetki sahibi olmalarına imkân vermiştir. Bunlardan biri Ateşoğulları sülalesidir. Sülale, bazen sancakbeyi yerine bakan mütesellim göreviyle, genellikle de ayan statüsü ile 1770’lerden 1860’lara kadar Aksaray’ın yönetiminde doğrudan etkili olmuştur. Ateşoğlu Abdurrahman Ağa 1780’de doğmuş olup, Deveciyan Mahallesi nüfusuna kayıtlıdır. Babası da Aksaray’ın önde gelen idarecilerinden olup 1770’lerde ayanlık görevi bulunan biridir. Aksaray’da, oğul Abdurrahman Ağa’nın etkinliği, 1810’lu yıllarda öne çıkmaya başlamıştır. Aksaray ve çevresinin en etkin yerel şahsiyeti olması nedeniyle, 1828- 29 Osmanlı-Rus Harbine çağrılmıştır.Item Antoıne Ignace Mellıng’in konstantinopolis hipodromu gravürünün çözümlenmesi(Aksaray Üniversitesi, 2022) Sürcan Düzgün, GamzeAntoine Ignase Melling, 1763 – 1831 yılları arasında yaşamış oryantalist bir sanatçıdır (Melling, Anton Ignaz; 1989). 1784 ve 1795 yıllarında İstanbul’a gelmiş, ikinci gelişinde 1805 yılına kadar burada yaşamıştır. III. Selim döneminde sarayın hizmetine girmiş, sultanın kız kardeşi Hatice Sultan’la arkadaş olmuştur. Hatice Sultan için Defterdarburnu’nda yaptığı saray çok beğenilince III. Selim, Beşiktaş Sahil Sarayı’nın elden geçirilmesi görevini ona vermiştir. Bu sürede birçok çizim de yapan Melling, Boğaz’ı, dönemin İstanbul’unun yapılarını ve sosyal hayatını resimlerinde yansıtmıştır. Ardından 1819’da Paris’te yayımladığı “Voyage Pittoresque de Constantinople et des Rives du Bosphore” adlı kitabında bu çizimlere yer vermiştir (Ceco, 2015). Melling’in çizimleri, baskı resim tekniği ile gravür olarak basılmıştır. Kitapta İstanbul ve Boğaziçi’ne ait 48 adet gravür bulunmaktadır (Melling, Anton Ignaz; 1989). Bu çizimlerden biri de “The Hippodrome of Constantinople” gravürüdür. Gravürde, Atmeydanı’nın Divanyolu Caddesi’nden görünümü tasvir edilmiştir. (Bakınız Resim 1 Melling, 1819). Bu çalışmanın amacı, Antoine Ignace Melling’in Konstantinopolis Hipodromu adlı gravüründeki yapılar ve yapı dışı günlük hayata dair izlerin çözümlenmesidir.Item Arzuhaller ışığında Osmanlı Devleti’nde protez kullanımı(Aksaray Üniversitesi, 2022) Küskü, ElifEski Yunanca kökenli olan ve ekleme, önüne katma, yerine koyma anlamına gelen prostithenai kelimesinden türetilen protez, vücudun eksik veya bozulmuş bir bölümünü değiştirmek ya da güçlendirmek için kullanılan yapay oluşumdur.1 Osmanlı arşiv belgelerinde ise çoğunlukla protez yerine sunî (sunî uzuv, sunî aza) ve takma olarak nitelendirildiği görülmektedir. Ayrıca yapay uzuvdan kasıt bir ayak ise bu protez ayaklık olarak da belgelere yansımıştır. Bunlara ek olarak Unat, İhsanoğlu ve Vural’ın hazırladığı Osmanlıca Tıp Terimleri Sözlüğü’nde2 tasnî; Akalın Hanımefendilere Hilâli Ahmer’e Dair Konferans’ta3 ise a’zâ-yı sanaîye kelimelerini protez yerine kullanmışlardır. Doğuştan veya sonradan vücudun bir parçasında oluşan eksiklik veyahut düzgün çalışamama durumunda protezlere genellikle alt ve üst uzuvlar, dişler ve gözler için ihtiyaç duyulmuştur. Makalemiz, geniş bir yelpazesi bulunan protezlerin yalnızca bacak protezlerini ele alarak Osmanlı İmparatorluğu’ndaki durumunu inceleyecektir. Bacakların doğuştan eksikliğinin yanı sıra hastalık, savaş, doğal afetler olmak üzere başka birçok neden sonucunda ampüte edilmesi söz konusu olabilir. Bu da kişinin kendi hayatını sürdürmesi için yardımcı bacaklara ihtiyaç duyması anlamına gelmektedir. Dolayısıyla insanlar hayatlarını idame ettirebilmek için erken dönemlerde basit tahta parçalardan yaptıkları ayakları kullanmışlardır. Oldukça yavaş bir seyirde ilerleyen protez bacak tekniği, uzun yıllar ahşaptan yapılan ve insana ayakta durabilme kabiliyeti verme etkisiyle sınırlıydı. 19. yüzyıldan itibaren ise daha hafif, kullanışlı ve dizden bükülebilen böylece hareket kabiliyetini artıran protezler imal edilmeye başlanmıştır. Bu gelişmede sanayi devriminin etkisinin azımsanmayacak derecede olduğu söylenebilir.Item Müneccimbaşı Hüseyin Efendi örneği ile Osmanlı’da müneccimbaşılık müessesesi(Aksaray Üniversitesi, 2022) Bodur, Seda Nurİlm-i ahkâm-ı nücûm ve yıldız falcılığı olarak da bilinen müneccimlik, yıldızların konumları itibariyle işaretler verdiğine ve bu işaretler sayesinde geçmiş ile gelecek hakkında bilgiler elde edinileceğine inanılan ilim dalıdır.1 Farabi’ye göre; rüya tabiri, uğursuz olduğuna inanılan bazı olayları yorumlamak (zecr) ve geçmiş hadiselerden geleceğe dair gizli anlamlar çıkarmak (ırâfe) gibi yöntemlerle gelecekte vuku bulacak hadiselere karşı insanları uyarma sanatıdır.2 Ancak, Farabi’nin insanları uyarma sanatı olarak baktığı müneccimlik zamanla insanların danışacağı ve müneccimler ne derse ona göre hareket edeceği bir hal almıştır. Öyle ki, İslam Devletleri’nde kurulan rasathaneler astronomi geleneğinin temellerinin atılmasında büyük bir rol oynamıştır.3 Osmanlı Devleti’ne gelindiğinde ise, müneccimlik bir kurum haline gelmiş ve müneccimbaşılık müessesesi ortaya çıkmıştır. Ancak burada belirtmekte fayda vardır ki Osmanlı Devleti’nden önce Müneccimbaşılık bir kurum olarak karşımıza çıkmamaktadır.Item Klasik Dönem Osmanlı Devleti’nde orducu esnafı(Aksaray Üniversitesi, 2022) Tütüncü, BekirOrducuların Önemi ve Dayanağı: Orducuların teşekkül tarihlerinin tam manasıyla henüz saptanmamış olmasına rağmen, muhtelif Osmanlı kroniklerinde I. Murad döneminde meydana gelen Kosova savaşında bir ordu pazarından bahsedilmiştir. Osmanlılardan evvel de Bâzâr-ı Leşkerî adıyla Gazneliler, İran ve Türkiye Selçukluları, Eyyûbîler ile İlhanlılarda da böyle bir uygulamanın olduğu bilinmektedir.1 Devlet arşiv kaynaklarında ise sefere Osmanlı ordusu ile beraber katılan esnaf takımı orducu, ordu, ordu esnafı gibi adlar ile nitelendirilmiştir. Orducuların sefere çağrılmalarına ilişkin çeşitli dönemlere ait ve devletin muhtelif yerlerindeki kadılara gönderilmiş mühimme kayıtları ile kadıların bu görevi yerine getirdikleri sırada kayıt altına aldıkları siciller bulunmaktadır. Nitekim orduculara ait elde edilebilmiş en erken tarihli kayıt 1532 tarihlidir.2 Erken dönemden itibaren Osmanlı ordusu için hayli mühim konumda oldukları anlaşılan orducular, askerlerin temel ihtiyaçlarının karşılanmasında ordu iaşe sisteminin bir parçasıydılar. Tek bir askeri seferde sayıları iki yüz binlere varabilen dinamik bir topluluğun ihtiyaçlarını giderebilmek ve hatta çeşitli noksanlıktan doğabilecek ordunun güzergâhı üzerindeki Osmanlı şehirlerine hücum etmelerini önleyebilmek için tam, fermanlarda mükemmel, bir şekilde askerlerin temel ve donanım ihtiyaçlarının karşılanması elzemdi.3 Reaya statüsünde olan bu serbest esnaf gruplarının orduculuk görevleri, bir yerde kendi içinde çeşitlere ayrılmış olan Avârız-ı Dîvâniye vergisi içerisinde ele alınmaktadır. Olağan dışı durumlarda padişah halktan tam yetki ile her türlü desteği talep edebilmekteydi. Nitekim orduculuk görevi ve ordu akçasının toplanması da bir tür avârız yükümlülüğü sayılmaktaydı. Yine bunun yanında devlet sefer giderleri için çiftçi reayadan da aynî ve nakdî olmak üzere çeşitli isimler altında avârız vergilerini toplamaktaydıItem Fatih Dönemi mimarisinin Osmanlı medeniyetine katkıları(Aksaray Üniversitesi, 2022) Bilgin, Arif; Papatya, Emineİbn Haldun, medeniyet kurmanın, insanın tabiatı gereği olduğunu ve değişen zaman içinde insanların fikirleri ve yaşantıları farklılaşacağı için bir medeniyetin oluşmasının da uzun yıllar alacağını, oluşan medeniyetin ise sürekli gelişip ilerlemesi gerektiğini belirtmiştir. Toplumun, maddi refahının iyi olması ve bunun adil bir şekilde dağıtılması hem medeniyetinin gelişmesine fayda sağlamıştır hem de ilerlemesine ve gerilemesine etki eden unsurlardan olmuştur (Kutluer, İlhan: 2003). Nurettin Topçu’ya göre de medeniyet ‘’insanlığın muayyen tarihi devirlerinde bir zümre cemiyetin benimsediği vasıtalarla çalışarak ortaya koyduğu ve yaşattığı teknik eserlerin ve yaşayış şekillerinin bütününe‘’ denir (Erdemir, Engin: 2019). Bir medeniyeti diğerlerinden ayıran siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel farklılıklardır. Osmanlı Devleti de geçmişinden gelen kadim gelenekleri, yeni fethedilen yerlerin kültürleri ile birleştirerek yeni bir medeniyet ortaya koymuştur. Bu medeniyetin kalıcı olması ve geniş alana yayılması için, toplumun her yönden refah içinde yaşamasını sağlamaya çalışmıştır. İnsanlığın temel ihtiyaçlardan olan barınma başta olmak üzere, su ihtiyacını sağlayacak suyolları ve çeşmeler, şifa vesilesi olacak hastaneler, ilim öğreneceği medreseler ve kütüphaneler, yollar, hamamlar gibi pek çok detayı barındıran mimari, medeniyetin kurulmasında ve yaşatılmasında önemli bir etken olmuştur. Bu bağlamda medeniyetin oluşmasını sağlayan unsurlardan biri de şehirlerdir. Şehirler toplumun bir araya gelme, ticaret yapma ve hoşgörü ile yaşamayı öğrendiği mekânlardır.Item Rıza Şah Pehlevi’nin Fars kimliğini pekiştirme çabaları(Aksaray Üniversitesi, 2022) Kısak, MehmetRıza Şah Pehlevi, yirminci yüzyıl İran’ında Kazak Tugayı içerisinde hızla yükselişe geçen ve ülkenin birçok yerinde askeri başarı elde eden biri olarak tarih sahnesine çıkmıştır. O, 1921 yılında Kaçarlara karşı bir darbe gerçekleştirerek kuracağı hanedanın ilk adımını atmıştır. Bu darbe neticesinde önce Başbakanlık ve 1925 yılında ise kendi şahlığını ilan ederek Pehlevi soyadını almıştır. Böylelikle Şah tarafından yeni kurulan hanedan da Pehlevi Hanedanı adıyla anılmıştır. Kurulan bu yeni hanedan, batılılaşma ve çağdaşlaşma gibi değişimler yaşamıştır. Bu değişimlerin haricinde milliyetçilik adına da bazı gelişmeler meydana gelmiştir. Rıza Şah Pehlevi’nin ülkenin başına geçtiği dönemde milliyetçilik fikri birçok ülkeyi etkisi altına almıştı. Küresel çapta etkisini gösteren milliyetçilik düşüncesi birçok ülkede olduğu gibi İran’da etkisini göstermiştir. Ancak İran’da ve özellikle de Rıza Şah dönemindeki milliyetçilik fikri tamamen Fars unsurunu ön planda tutan bir anlayışla gelişmiştir. Bu anlayış çerçevesinde Fars milliyetçiliğini ön plana çıkarma ve topluma yansıtma açısından birtakım girişimlerde bulunulmuştur. Bunlar arasında sosyo-kültürel bir etkiye sahip kurumsal faaliyetler dikkati çekmiştir. Bu girişimler arasında Düşünce Geliştirme Kurumu ve Milli Eserler Derneği’nin kurulması ile ülke isminin İran olarak değiştirilmesi yer almıştır. Bu faaliyetlerin bir kısmı doğrudan Rıza Şah’ın milliyetçilik anlayışını pekiştirmek amacıyla gerçekleştirilirken bir kısmı da ortaya çıktıktan sonra bu amaca hizmet etmiştir. Bunlardan Düşünce Geliştirme Kurumu’nun kimlik inşası ve tanımlaması hususunda önemli bir işlevi olmuştur. Bu kurum özellikle Fars kimliğini öne çıkaran gazete, kitap basımı gibi faaliyetler yürütürken aynı zamanda çeşitli konferanslar da düzenlemiştir.Item Pers idari organizasyonundaki Anadolu’da yerli halkların vaziyeti(Aksaray Üniversitesi, 2022) Tümgüç, Ahmet BarışUzun süre İran’ın Güneybatısı’nda Med Krallığı’nın boyunduruğu altında yaşayan Pers kabileleri, M.Ö. 550 yılında II. Kyros’un önderliğinde Med Kralı Astyages’i devirerek Medlerin topraklarını ele geçirdi. 1 Fetihlerine devam eden II. Kyros, M.Ö. 546 yılında Kızılırmak ve Batı Anadolu arasındaki bölgeye hükmeden Lidya Krallığı’nı da ortadan kaldırdı ve Kroisos’u esir aldı. 2 M.Ö. 539 yılında, Babil’i de fetheden II. Kyros, artık çok büyük toprakların hâkimiydi. 3 II. Kyros, bir diğer hedefi olan Mısır’ı fethetmeden, M.Ö. 530 yılında impatorluğun Kuzey sınırlarını güvence altına almak amacıyla Massagetlere karşı yürüttüğü seferde hayatını kaybetti.Item Kuzey Azerbaycan’ın modernleşme sürecinde Hasan Melikzade Zerdabi’nin katkıları(Aksaray Üniversitesi, 2022) İme, GameAzerbaycan, stratejik olarak önemli bir coğrafyada bulunmaktadır. M.Ö. 69’dan itibaren yüzyıllar boyu Romalılar, İranlılar, Selçuklular ve Ruslar başta olmak üzere birçok devlet bölgeye müdahale etmiştir. Azerbaycan halkı, asırlar boyunca farklı devletlerin egemenliği altında yaşamış, bağımsızlık mücadelesi uğrunda uzun yıllar çaba sarf etmiştir. Beş bin yıllık bir medeniyetin birikiminin izlerini (Atropatan, Kafkas Arnavutluğu, Akkoyunlu ve Karakoyunlu, Atabeyler, Şirvan ve Arap medeniyetlerinin) görmek mümkündür. XIX. yüzyılda Çarlık Rusya ve İran’daki Kaçar Devleti arasında imzalanan 1828 tarihli Türkmençay Antlaşması sonucu Azerbaycan kuzeyi Rusya’da güneyi İran’da kalacak şekilde ikiye ayrıldı. Rusya, topraklarına kattığı Kuzey Azerbaycan’da hâkimiyetini garantilemek için Ruslaştırma politikasına paralel olarak sömürgecilik planlarını gerçekleştirmeye başladı. XIX. yüzyılın ilk yarısında Azerbaycan’da hala güçlü olan İran kültürel ve siyasi nüfusu yok etmek için çalışmalara başladı. Çünkü İran tesiri hala devam etmekteydi. Nitekim Türkçe şiir yazan şairler aynı zamanda Farsça şiirler de yazıp bunu edipliğin ayrılmaz bir şartı olarak görürlerdi. İran etkisini yok etmek için zaman zaman yerel kültürün yaşatılmasını destekledi. Rus egemenliğini kabul eden hatta destekleyen yerli Müslüman aydınlar, yerel medeniyetin geliştirilmesi için teşvik edildi. Örneğin Mirza Fethali Ahundov komedilerini1 Kafkasya valisi Varantsov’un teşviki ile yerel dilde yazdı. Hatta Ahundov’un eserlerinin bile valinin matbaasında basıldığı bilinmektedir.2 XIX. yüzyılın ilk yarısı Rus işgal idaresinin Azerbaycan’da yerleşme çağıdır. Bu dönemde çarlık idaresinin katı tutumuna karşı birçok ayaklanmalar, savaşlar, isyanlar birbirini kovaladı. 1830’da Güney Kafkasya’ya tahkik heyeti olarak gönderilen Rus senatörlerinden Mençikov ve Kutaysov’un raporunda yazdıkları bu sert tutumu destekler niteliktedir; “Şimdiye kadar tarafımızdan toplanan bilgiler gösteriyor ki, suistimal ve yolsuzluk bütün haddini aşmıştır.Item Büyük Kazak göçü sonrası Türkiye’de kültür aktarımı(Aksaray Üniversitesi, 2022) Sağlam, Ecesu ZehraKazak Türkleri, yüzyılları aşan bir süre boyunca Türkistan bölgesinde yaşamışlardır. XVIII. yüzyıldan itibaren başlayan Rus işgali ise sürekli bir direnişle karşılaşmış, Kazaklar bulundukları her bölgede teşkilatlanarak işgale direnmişlerdir. XX. yüzyıl ise Türkistan’ın yeni bir işgale açıldığı yüzyıl olmuş ve Doğu Türkistan’da Çin politikaları etkili olmaya başlamıştır. İşgalci bu iki devlet başlangıçta farklı ideolojilere sahip olmalarına rağmen sonraları “komünizm” çatısı altında birleşmiş, buna rağmen bitmeyen hırslarını Türkistan üzerinde kullanmışlardırItem Coğrafyanın kültüre etkisi: Urartu Devlet örneği(Aksaray Üniversitesi, 2022) Tizgili, Burak; Eroğlu, Ahmet AliDoğu Anadolu Bölgesi hakkında bilinen ilk isimlendirme Geç Tunç Çağı’nda Hitit kaynaklarında Hurri kökenli toplumlar için “Hayaşa” daha sonra ise “Azzi-Hayaşa” olarak görülür. (Belli 1982: 139; Pehlivan 1991: 1-28; Ünal 2002: 85; Çiğdem & Topaloğlu 2018: 413-458; Kılıç & Topaloğlu 2021). Hititlerin yıkılışı Doğu Anadolu’yu da etkileyerek, bölge insanlarını kuzeye, Kafkasya’ya itmiştir. Bu toplum Kafkas halkları ile büyüyerek Doğu Anadolu’ya tekrar gelir. Geç Tunç Çağı’nın sonu ve Erken Demir Çağ’ını kapsayan dönemde Doğu Anadolu’da, aşiret ve beylikler dönemi olarak bilinen bir Proto-Urartu / Urartu Arkaik dönemi görülür (Belli 1982: 139; Pehlivan 1991: 1-28; Ünal 2002: 85; Çiğdem & Topaloğlu 2018: 413-458; Kılıç & Topaloğlu 2021). Asur kaynaklarında Doğu Anadolu’daki bu kaynaşık topluma “Daieni”, isminin verildiği, M.Ö. I. bine gelindiğinde ise bölge için önce “Uruatri” daha sonra “Nairi” isimlerinin kullanıldığı görülmektedir1 . Erken Demir Çağı’nda, bölgenin etnik ve kültürel yapısı değişmiş ve toplumların birçok özelliği ortaya çıkmıştır. Aslında hayvancılıkla geçinen pastoral toplumların yerini yine hayvancılık ve hayvancılığa dayalı tarımla geçinen daha yerleşik aşiret veya beylikler almıştır. (Sevin 2005: 66-70). Orta Demir Çağı’nda beylik/aşiret hâlindeki toplumlar, Tuşpa merkezli Urartu (Bianili) adıyla birleşerek sınırlarını Fırat’tan Urmiye Gölü’ne, Sevan Gölü’nden Doğu Karadeniz Dağları’na genişletmiştir. (Sevin 2005: 74; Salvini 2006: 28).