Makale Koleksiyonu

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Güncel Gönderiler

Listeleniyor 1 - 20 / 120
  • Öğe
    Muhammed Emin Eş-Şınkîtî'nin "Men'u Cevâzi'l-Mecâz Fi'l-Munezzeli Li't-Te'abbudi Ve'l-i'câz" adlı risalesinde Kur'ân'da bulunmadığını iddia ettiği Bedî' sanatları
    (Mehmet Dursun Erdem, 2016) Uçar, Hasan
    Son dönem âlimlerinden Muhammedu'l-Emîn eş-Şınkîtî (ö. 1974), "Men'u Cevâzi'l-Mecâz fi'l-Munezzeli li't-Te'abbudi ve'l-İ'câz" adıyla kaleme aldığı risalede kendinden önce de Kur'ân'daki varlığı tartışılan mecaz sanatı üzerinden bazı bedî' sanatlarını İbn Teymiyye (ö. 728/1328) ve öğrencisi İbn Kayyım el-Cevziyye'nin (ö. 751/1350) görüşlerine dayanarak inkâr etmektedir. Mecazın Kur'ân'daki varlığını ispat sadedinde Arapça ve Türkçe eser ve makaleler kaleme alınmıştır. Dolayısıyla bu makalede mecazın inkârına bir reddiye amaçlanmamış, eş-Şınkîtî'nin mecazı reddine dair felsefesi üzerinden inkâr ettiği bedî ilminin alanına giren mübalağa, tecâhulu'l-ârif, el-kavlu bi'l-mûcib ve rucû gibi sanatların Kur'ân'daki varlığının tespiti yapılmış ve bu sanatların inkârı üzerinde tartışılarak ispat edilmeye çalışılmıştır. Tarihin her dönemine ve farklı toplumlardan her insana hitap eden Kur'ân'ın kullandığı dil ve üslûbu, özgün ve dinamik sentaksı, muhatabını saatlerce kendine bağlayan fonetik yapısı, Arap dili ve belâgatına her konuda kaynaklık edebilecek zirve bir eser olması, onun tabiatında var olan eşsiz icazıyla açıklanabilir. eş-Şınkîtî'nin Kur'ân'da mecazın olmadığı tezi üzerinden inkâr ettiği tüm sanatlar için öne sürdüğü deliller ise temeli sağlam olmayan akıl yürütme formlarına dayanmaktadır. Muhatabını ikna etmekten uzak, fikrini ispat konusunda zayıf ve bazı noktalarda da tutarsızdır.
  • Öğe
    Kur'an harflerinin mahrec ve sıfatlarında mübalağa: ifrat ve tefrit
    (Mehmet Dursun Erdem, 2015) Şen, Mustafa Yasin
    Kur'an, ibadet dili olması hasebiyle manası kadar telaffuzu da Müslümanlar tarafından ilgi görmüştür. Yeni Müslüman olan milletler Kur'an dili Arapçanın telaffuzunun en doğrusunu yapma gayreti içerisinde olmuşlardır. Ancak bu çaba, milletlerin, bölgelerin ve kişilerin etkileşiminden dolayı her zaman isabetli olmamıştır. .Kur'an'ın fonetiğini ele alan "Tecvid" ve "Kıraat" ilminin ilk ve temel konusu olan harflerin mahrec ve sıfatları geçmişte farklı yorumlara ve uygulamalara medar olmuştur. Söz konusu yorum ve uygulama farkı günümüzde de kârîleri etkilemekte, gerek Araplar ve gerekse Arapça konuşmayan diğer milletler arasında harflerin fonetiğinde bir takım farklılıklar ortaya çıkmaktadır. Buna etki eden pek çok neden arasında kaynakların yeterince kullanılamaması, modern Arapçanın, dilimizde kullanılan Arapça kökenli kelimelerin fonetiğinin ve zaman içerisinde çeşitli nedenlerle fem-i muhsinlerin edasında oluşan farklılığın etkisini sayabiliriz. Fem-i muhsinlerin tarih içerisinde ve günümüzde Arap âlemiyle Türkler arasında hatta Türklerin kendi içerisinde değişiklik arz etmesi Kur'an eğitiminde yalnızca şifahi metoda itimadın pek isabetli olmadığı olgusunu vurgulamaktadır. Özellikle son yüzyıllarda Türk karilerin ekseriyetinin söz konusu bu şifahi gelenekle yetinip temel kaynaklara pek rağbet etmemeleri bu farklılığın daha da artmasına sebep olmuştur. Bu yüzdendir ki günümüzde şifahi bilginin kitabi bilgiye uyumlu hale getirilmesi eskiye nispetle daha bir önem arz etmektedir. Bu çalışmada tecvid disiplininin başlangıç kısmını oluşturan, harflerin mahrec ve sıfatları konusunda ifrat ve tefrite düşülen bazı hususlar ele alınmaktadır. Bu ifrat ve tefrit neticesinde Araplarla Arapça konuşmayan Müslümanlar arasında yorum farkı oluşmaktadır. Çalışmanın hedefi söz konusu yorum farkı olgusunu ve sebeplerini ortaya koymak ve Kur'an dili Arapçanın İslam medeniyetinin dili olması hasebiyle Araplarla ülkemizdeki Müslümanların Kur'an eğitiminin fonetik konusunda birleşmelerine/yakınlaşmalarına katkı sağlayacak önerilerde bulunmaktır.
  • Öğe
    İmam Şâfiî’nin şâirliği ve şiirlerinin Belâgat açısından tahlîli
    (Erzurum Kültür Eğitim Vakfı, 2015) Uçar, Hasan
    İmam Şâfiî iyi bir fıkıh âlimi olmakla birlikte aynı zamanda iyi bir de şairdir. Şiirlerinde çok sağlam ve net ifadelerle meramını muhatabına aktarmış, verdiği mesajlarla her kesime hitap edebilmiştir. Onun şiirlerinde belâgatın eşsiz örneklerine rastlamak mümkündür. Kullandığı sanatlarda herhangi bir zorlama görülmez. Beyân, meânî ve bedî‘ uygulamaları onun güçlü belâgat yeteneğini göstermektedir. Kelimelerinin dizimi ve anlam derinliği ile okuyucusunu içine çeken bir yapıya sahip olan şiirleri ve yansıttığı “sanat toplum içindir” anlayışı onun hem sözel hem anlamsal bütünlüğe verdiği önemin göstergesidir
  • Öğe
    Hadislerin Tefsir Kaynaklarında Kullanımı (el-Alak Sûresi Örneği)
    (Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi, 2023) Aydın, Garip
    Yüce Allah, ilâhî kitaplarını tek başına değil, onları açıklayan ve uygulayan peygamberlerle birlikte göndermiştir. Zira kitapları açıklayan ve onları hayatla birleştiren peygamberler olmasa vahiy metinlerinin çok farklı anlamlarda kullanılması kaçınılmaz olacaktır. Nitekim tarihi süreçte bunların çeşitli örnekleri ortaya çıkmıştır. Bu bağlamda son ilâhî kitap olan Kur’ân’ın anlaşılmasında Hz. Peygamber’in söz ve fiillerini içeren hadislerin tefsir kaynaklarına nasıl katkı sağladığı, hadisler olmadığı zaman âyetlerin anlaşılmasında ve yorumlanmasında ne gibi sorunların yahut nasıl bir İslam anlayışının ortaya çıktığı nüzûl sırasına göre ilk sûre özelinde araştırılacaktır. Buna göre, rivayet tefsirlerinden Taberî’nin (öl. 310/923) Câmiu’l-Beyân ‘an te’vîli âyi’l-Kur’ân’ı, akıl ve nakli birlikte esas alan İmam Mâturîdî’nin (öl. 333/944) Tevîlâtü’l-Kur’ân’ı, akla öncelik veren Mutezile’ye müntesip ez-Zemahşerî’nin (öl. 538/1144) el-Keşşâf ʿan hakāʾikı gavâmizi’t-tenzîl ve ʿuyûni’l-ekāvîl fî vücûhi’t-teʾvîl ’i, Muhammed Abduh’un (1849-1905) Tefsîru cüz’i Amme’si, Şinkîtî’nin (1907-1974) Edvâʾü’l-beyân fî îzâhi’l-Kurʾân bi’l-Kur’ân’ı, Bayraklı’nın Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri esas alınarak bunların kullandıkları hadisler incelenecektir. Yine ilk dönem müelliflerinden Abdurrezzâk b. Hemmâm’ın (öl. 211/826) hem hadis hem tefsir kitabı incelenecektir. Ayrıca hadis kitaplarındaki tefsir bölümlerinde mezkûr sûrede zikredilen hadisler incelenecek ve tefsir kitaplarıyla karşılaştırması yapılacaktır.
  • Öğe
    Siyâset, Melâmet ve Şehâdet Döngüsünde Bir Şeyh: İsmâil Mâşûkî
    (Kalem Eğitim Kültür Akademi Derneği, 2023) Karacan, Melek
    Bayrâmî-Melâmî kutbu kabul edilen ve Pîr Ali Aksarâyî’nin oğlu olan İsmâil Mâşûkî XVI. yüzyıl Osmanlı coğrafyasının yetiştirdiği önemli sûfîlerden biridir. 1508 senesinde Aksaray’da doğan şeyh, ömrünü aşk-ı ilâhîye adamasından ötürü “Mâşûkî”, babasının şeyh olması hasebiyle “Çelebi”, irşâd faaliyetine çok genç yaşta başladığı için de “Oğlan Şeyh” olarak anılmaktadır. İrşad için gittiği İstanbul’da büyük camilerde irad ettiği tesirli ve ateşli vaazlarla halkı kendine meftun bırakan Mâşûkî, kısa bir zaman içinde daha çok çiftçi ve köylülere hitap eden bir taşra tarîkatını entelektüel bir şehir tarîkatı seviyesine yükseltecek kadar taraftar toplamıştır. Ancak cezbe, muhabbet ve vahdet-i vücûd ağırlıklı söylemleri, ilmî ve siyâsî otoritelerin dikkatini ve gazabını celb edince, Şeyhülislâm Çivizâde’nin fetvasıyla mülhid ve zındık ilan edilip, katline hükmedilmiş ve h. 945/ 1539 yılında da on iki mürîdiyle birlikte At Meydanı’nda idam edilmiştir. Mâşûkî’nin idamına gerekçe oluşturan suçlamaların ne olduğuna dair elimizde yalnızca yapılan muhâkemenin 20 Zilhicce 945 tarihli zabıt metni bulunmaktadır. Bu metinde Mâşûkî’nin de hâzır bulunduğu celsede şahitlerin beyanına göre kaydedilmiş ithamlar yer almaktadır. Ancak mecliste bulunmasına rağmen şeyhin bu ithâmlara kabul cihetinden mi yoksa itiraz cihetinden mi yaklaştığına dair ise hiçbir kayda rastlanmamaktadır. Dolayısıyla Mâşûkî aleyhinde süregelen ilhâd ve zendeka iddialarının sıhhatine en azından bu belge özelinde ulaşmak imkânsız görünmektedir. Bu sebeple araştırma sorularımızdan ikisine karşılık gelen Mâşûkî’nin “nasıl anlaşıldığı” ve “âkıbetinin ne olduğu” meselesinin iç yüzünü kavrayabilmek için dönemin dînî, siyâsî ve sosyal arkaplanına inmek, Osmanlı resmî ideolojisine bakmak bu noktada önem kazanmaktadır. Araştırmanın son sorusu olan Mâşûkî’nin gerçekte ne dediğini ise Süleymaniye Kütüphanesi’ndeki bir mecmûada bulunan Mâşûkî’ye ait mesnevî ve gazellerde bulmaktayız. Onun nasıl anlaşıldığından ziyade gerçekte ne dediğini ortaya çıkarmak bakımından önemli bir kaynak olan bu manzumlar dikkate alındığında Mâşûkî’nin söyleminden, tasavvufî düşüncenin temel unsurlarından olan vahdet-i vücûd düşüncesinin tekrarından başka bir mânânın çıkmadığı fark edilmektedir. Bu çalışma Mâşûkî’nin ne dediği, nasıl anlaşıldığı ve akıbetinin ne olduğuna dair üç soruyu ters kurguyla cevaplandırmaya matuftur.
  • Öğe
    Arap Dilinde İttisa‘: Cümlede Çok Anlamlılık
    (Amasya Üniversitesi, 2024) Kaplangöz, Zahit
    Çok anlamlılık genelde bir lafzın birden fazla anlama gelmesi durumu olarak kabul edilmektedir. Ancak bu durum bir cümlenin aynı anda birden fazla anlama gelmesi şeklinde de düşünülebilir. Nitekim Arapçada ittisa‘ kavramı ile açıklanan cümledeki çok anlamlılık olgusunu lügat, sarf, nahiv ve belagat alanlarındaki pek çok olguyla açıklamak mümkündür. İttisa‘ kavramını Sîbeveyhi’nin (öl. 180/796) el-Kitâb ve İbn Cinnî’nin (öl. 392/1002) Hasâis gibi ilk dönem Arap diline dair yazılan kitaplarında görmek mümkündür. Ancak buralarda zikredilen ittisa‘ kavramı, bu çalışmada ele alınan anlamından farklı anlamları ifade etmek için kullanılmıştır. Nitekim lügat alnında bu kavram, bir anlamı ifade ederken nadir lafızların kullanılmasını belirtmektedir. Ayrıca kelimenin zıt anlamının yerinde kullanılmasını da ifade eder. Nahiv alanında asıl kullanımın dışına çıkmış yapıları, sarf alanında ibdâl kavramının bir parçasını, belagat alanında ise mecaz ve teşbih anlamlarını ifade etmektedir. Özellikle yukarıda sayılan sarf, nahiv ve belagate dair kavramlar lafızlardaki çeşitli durumlara işaret ederken aslında cümleye farklı anlamlar kattıkları görülmektedir. Dolayısıyla son dönemlerde ittisa‘ kavramı cümlede aynı anda birden fazla anlamlılığın nasıl meydana geldiğinin incelenmesinde kullanılmaktadır. Bir cümle, aynı anda birden fazla anlama şu durumlardan birisinin olmasıyla delalet eder: Cümledeki müşterek lafzın birden fazla anlamının aynı anda bu cümlede kastedilmesi, cümlede birden fazla anlama gelmesi mümkün olan lafzî kalıpların bulunması ve bu anlamların aynı anda anlaşılması, ism-i masdar tarzı yapıların cümlede bulunması ve bu masdar ile fiilin beraber olmasından kaynaklanan birden fazla anlam, bazı durumlarda irab aynı olmasına rağmen konumu gereği lafızların farklı yorumlanması, izafetten ötürü müzekker yapıların müeenes, müennes yapıların müzekker olarak kabul edilmesi, cümledeki zamirin birden fazla mercisinin bulunması ve her birisinin anlaşılmasının uygun olması, hazfedilen lafzın birden fazla sebebi olması ve hepsinin mümkün olmasıyla birden fazla anlamı kapsaması, cümlenin normalde belirli bir sırayla söylenen kelimelerinin bazılarını takdim/öne ve tehir/arkaya almak sûretiyle yerlerinin değiştirilmesi ve bunun sonucunda cümlenin birden fazla anlama delalet etmesi, cümlede tazminin yani bir kelimeyi başka bir kelimenin anlamını da kapsayacak şekilde kullanmasının ve bir kelimeyle iki kelimenin anlamına ulaşılması durumunun olması, cümlenin aynı anda hem haberi hem de inşâî anlama muhtemel olması, bir cümlede has bir anlama sahip olan lafzın amm bir lafızla ifade edilmesi. Burada ittisa‘ya مَا أَغْفَلَكَ عَنَّا cümlesi örnek olarak gösterilebilir. Bu cümlede geçen ما harfi hem istifham hem de taaccüb anlamlarına gelmektedir. Dolayısıyla bu cümleden ما harfinin her iki anlamı da anlaşılabilir. Yani bu cümle aynı anda “bize karşı ilgisizliğin sebebi ne” şeklinde anlaşılacağı gibi “bize karşı ne kadar da ilgisizsin” şeklinde de anlaşılabilir. Bu şekilde iki farklı anlamın aynı anda anlaşılması ittisa‘ya örnektir. Her ne kadar lafzın birden fazla anlama gelmesi konusu üzerinde pek çok araştırma mevcut olsa da bu konu hakkında literatürde fazla bir çalışma yapılmadığı görülmektedir. Bununla birlikte cümlelerin aynı anda birden fazla anlama gelmesi durumu, en az ilk konu kadar önemli bir husustur. Bu durum belâgî pek çok unsuru barındırmakla birlikte özellikle Kur’ân’ın üslubunda oldukça sık karşılaşılmaktadır. Çalışmada çok fazla ayet kullanılması da bu duruma işaret etmektedir. Bu doğrultuda çalışmamızda cümledeki çok anlamlılığının hangi yollarla ortaya çıktığı gösterilmeye çalışılacaktır. Bunun için öncelikle ittisa‘ kavramının teşekkül süreci tarihi alt yapısına göre ortaya koyulmaya çalışılacak sonrasında bu kavram, lügat, sarf, nahiv ve belagat bilimlerinde bulunan bazı konularla irtibatlandırılacaktır.
  • Öğe
    Süleyman Feyyaz’ın “Esvât” Adlı Romanından Perde Arkası Sesler
    (Yediveren Kitap, 2024) Uçar, Hasan; Akay, Seyit Ahmet
    Bu çalışma, Süleyman Feyyaz’ın (1929-2015), Mısırlı bir göçmen olan Hâmid’in Fransa’da evlendiği ve yıllar sonra memleketine ziyaret için getirdiği eşi Simon’un köylü kadınlar tarafından sünnet edilmesini ele alan “Esvât (Sesler)” adlı romanda örtülü olarak anlatılanları ele almaktadır. Başlıkta yer alan ve bir olayın görünürde olmayan gizli tarafları anlamında mecazi olarak kullanılan perde arkası okuma ile Feyyaz’ın satır aralarına gizlediği tahliller kastedilmektedir. Romanın olay örgüsünden ve trajik sonucundan daha çok karakterler üzerinden değinilen kültür çatışmasını merkeze alan bu makale, yazarın âdet ve geleneklere yönelik örtülü eleştirisine, 1967 Arap-İsrail savaşı sonrasında yazılması sebebiyle mevcut yönetime dolaylı karşı duruşuna ve sansür endişesinden kaynaklanan alegorik anlatısına odaklanmaktadır. Süleyman Feyyaz (1929-2015), Arap dilbilimcisi olarak yetişip, İslam medeniyetindeki bazı ünlü şahsiyetleri anlattığı biyografi eserleri Türkçeye çevrilen Mısırlı hikâye ve roman yazarıdır. 1956’da lisansını, 1959 yılında ise yüksek lisans eğitimini Ezher Üniversitesi Arap Dili Fakültesi’nde tamamlamış ve kariyerine öğretmenlikle başlamıştır. Farklı Arap ülkelerinde öğretmenlik yapmanın yanı sıra çeşitli yayınevlerinde yöneticilik ve sekreterlik görevlerinde bulunmuştur. Feyyaz, “Esvât (Sesler)” adlı ilk ve en ünlü romanıyla tanınmış hem Arap dünyasında hem de Batı’da büyük bir ilgi görmüştür. Roman, 1940’lı yıllarda Mısır’ın bir köyünde yaşanmış gerçek bir olaydan kurgulanarak kaleme alınmıştır. Daha öncesinde selefleri tarafından işlenen Doğu-Batı kültür çatışması romanda ana temadır. Fakat önceki romanlardan farklı olarak bu kez mekân Avrupa değil, Mısır’dır ve acıklı sonu yaşayan bir Arap genci değil, Fransız bir kadındır. Simon, Mısır’dan Fransa’ya çalışmaya gitmiş ve orada evlenmiş olan Hâmid’in eşidir. Ancak yıllar sonra eşiyle birlikte memleketine dönen Hâmid’in bıraktığı Mısır ile onca yıl sonra gördüğü Mısır arasında pek fark yoktur. Dolayısıyla Hâmid, eşinin cadde ve sokakların kirliliğini, toplumun geri kalmışlığını, köy hayatının düzensizliğini, eğitimsiz insanların çıkarcı ve dünyevi yaklaşımını görmesini istemez. Ne var ki durum, savaş artığı bir toplumun yenilmişliğiyle, delik deşik hayatıyla, yıkık dökük evleriyle günü kurtarma gayretinde olan geri kalmış zihniyetiyle sınırlı kalmaz ve kadının sünnet olması gerektiğine inanan gelenekçi insanların zor kullanarak ameliyat ettikleri Simon özelinde Batı’nın mağduriyetine ve masumiyetine kadar gider. Diğer taraftan insanların özendiği Simon’un da kendini mağdur eden Doğu’nun kültürü gibi insanları irrite eden, içinde bulunduğu toplumun resmi olmayan yasalarını hiçe sayan dahası ironik bir ifadeyle bir Doğulunun bile ayıpladığı bir kültürü vardır. Ne kadar eleştiriyi hak ediyor olsa da Simon, görece güzel bir kadındır, alımlıdır, bakımlıdır, yardımseverdir, herkesin gözünü alamadığı bir karakterdir. Ama ne yazık ki tatili ölümüyle sonuçlanmıştır. Simon, onca iyiliğine rağmen kan kaybından can vermiştir. Simon, Batı’dır ve toplumda fitneye sebep olan, erkeklerin ve kadınların düşünce dünyalarını perişan eden de odur. Peki, her şeye rağmen Batı bunu hak etmiş midir? Ölen Batı mıdır? Yoksa ona bunu reva gören Doğu mudur? Yazar işte bu kültür farkını ve çatışmasını dönemin konjonktürünü de dikkate alarak perde arkasından okura sunmayı başarmıştır. Romanda Mısır toplumundaki geri kalmışlık, ahlaki değerlerdeki erozyon ve Doğu-Batı kültür çatışması sebebiyle ortaya çıkan sorunlar, roman karakterlerinin monologlarıyla serdedilir. Yazarın planlamadığını söylediği ilginç nokta ise “Sesler” romanında Simon’un sesine yer verilmemesidir. Bunu ancak Doğulunun konuştuğu ve tanımladığı kadar var olan Batı’nın, farkında olmadan da olsa kısılan sesi şeklinde okumak mümkündür.
  • Öğe
    دراسة وتحقيق رسالة "ترجيح البينات" لمولانا وانقولي
    (Gençleri Evlendirme ve Mehir Vakfı, 2024) Furkani, Mehterhan
    تعارض الأدلة يُعبّر عن تناقض وسائل الإثبات في علم أصول الفقه، ويحتل هذا الموضوع مساحة واسعة في مؤلفات أصول الفقه، وتمت دراسته تحت عناوين مختلفة. على الرغم من عدم وجود تعارض حقيقي في القرآن والسنة النبوية، فقد درسها العلماء وحاولوا حل الآيات والأحاديث التي تبدو متناقضة. وقد فصل العلماء ذلك في علم أصول الفقه الذي يهدف إلى فهم آيات القرآن والسنة بشكل صحيح والبحث عن أحكام جديدة في القضايا التي ليس لها اختصاص في المصدرين المذكورين، وقد يتم تقييم الأدلة بطرق عديدة. وفي المجال الذي يمكننا تعريفه بأصول المحاكمات الإسلامي أو أدب القاضي، كتبت رسائل بأسماء مختلفة، معظمها باسم ترجيح البينات، في أحجام كبيرة وصغيرة، في هذه المؤلفات، تم توضيح الطرق التي يجب أن يتبعها القضاة في حالة تعارض الأدلة المطلوبة لإثبات الدعوى. من هذه المؤلفات، كتاب "ترجيح البينات" الذي ألفه محمد بن مصطفى الواني، المعروف بلقب وانقولي (ت. 1000 هـ / 1592 م)، وهو من العلماء البارزين في عهد السلطان مراد الثالث، والمشهورين في مجالات الفقه واللغة والأدب. وقد أوضح وانقولي سبب تأليف هذه الرسالة بنفسه. وذكر وانقولي في مقدمة الرساله أنه واجه صعوبات في ترجيح الأدلة المتضاربة خلال فترة عمله كقاضي، وأنه لم تكن هناك دراسة مرتبة حول الموضوع، ولهذا السبب كتب هذه الرسالة. جمع المؤلف فيها المصادر المعتبرة والقواعد حول ترجيح البينات وساهم في التفسيرات بنفسه. وسعى لجعل القواعد أكثر قابلية للفهم. وكتابة المؤلف لهذه الرسالة بعد أن شغل منصب قاضٍ لفترة طويلة، أعطى لها أهمية خاصة، وذلك لأنه، بهذه الطريقة، وبصفته عالماً ذا معرفة نظرية عميقة في هذا المجال، إلى جانب الخبرة التي اكتسبها في هذا المجال أثناء عمله قاضياً في سالونيك، وكوتاهية، وينيشهر، والمدينة المنورة تمكن من تحديد المشاكل التي واجهها، وسعى لتطوير حلول لها. يذكر المؤلف أن هناك ست طرق لترجيح البينات، ويشرح كل واحد منها تحت عنوان مستقل مع العديد من الأمثلة. لهذا السبب، تتكون الرسالة من ستة عناوين رئيسية. وفي الأخير بيّن بأن وجوه الستة بحسب الجليّ من النظر وأما بحسب النّظر الدّقيق فهو ثلاثة. تكتسب الدراسة أهمية كبيرة من خلال عملها على إزالة التناقضات بين الأدلة التي يقدمها الأطراف في القضايا، وتحديد الأدلة التي يجب تفضيلها، وكذلك في القضاء على الغموض الناتج عن تعارض الأدلة من هذا المنطلق. إن إزالة العديد من التناقضات في الأدلة باستخدام ستة قواعد أو باختصار، ثلاث قواعد، يجعل الدراسة أكثر أصالة وأهمية. وذلك لأن القواعد كلما كانت أكثر إيجازاً وبساطة، كان من الأسهل حفظها والاحتفاظ بها في الذاكرة. وعلى العكس، كلما كانت القواعد أكثر تفصيلاً، كان من الصعب تذكرها وحفظها. إن استمرار تعارض الأدلة كمسألة تثير الإشكالات، سواء في الماضي أو في الوقت الحاضر، يضيف أهمية خاصة لهذا الموضوع. وبالمثل، فإن منهج الرسالة وتصنيفها وعناوينها يتشابه مع المنهجية الحديثة المعتمدة في العصر الحالي. تتضمن هذه الدراسة حياة المؤلف، ووضائفه، وتصنيفاته ونسخ ومحتواى رسالته الموسومة بـ ترجيح البينات التي نحققها. تمت محاولة تحديد نسخ الرسالة في مكتبات المخطوطات في تركيا وخارجها، ومن بين النسخ التي تم الحصول عليها، أخذ النسخ الخمس التي كانت تواريخ استنساخها موجودة كأساس للتحقيق والمقارنة. أما نسخة المؤلف أو نسخة قوبلت بنسخة المؤلف لم نجدها.
  • Öğe
    Dil Ekollerinin İhtilaf Ettiği Yerlerde Taberî’nin Tercih Metodu: Nisâ Suresi Bağlamında
    (ÖMER TAY, 2024) Kaplangöz, Zahit
    Bilindiği üzere dil ekolleri Arap dilinin korunması ve gelişmesi adına önemli roller icra etmiştir. Bu bağlamda ilk dil ekolleri olan Basra ve Kûfe ekollerinin dile yaklaşımları ve bunun neticesinde ortaya koydukları farklı ilkeler Arap dilinin yorumlanmasında ihtilaflara sebep olmuştur. Bu ilkelerin en temeli her iki dil okulunun dilde kaynaklık teşkil eden Arap kabilelerine farklı yaklaşımlarıdır. Basra ekolü sadece bedevî Araplar arasında kullanılan dili kaynak olarak görürken, Kûfe ekolü bedevî olsun medenî olsun genel olarak Araplar arasında kullanılan dili kaynak olarak görmüşlerdir. Buna göre Basra ekolü dilin yapısını, asıl gördükleri bedevi dilinden kıyas ederek ortaya çıkardıkları kurallarla inşa etmeye çalışmışlardır. Dolayısıyla Basra ekolünde kuralların ağırlığı Kûfe ekolüne göre daha çok hissedilmiştir. Oysa Kûfe ekolünde kuralların tespiti belirli bir zümreyle sınırlı kalmadığı için dilde daha esnek bir yaklaşım görülmektedir. Bu doğrultuda Kur’an’ın dilsel bağlamda tefsirine önem vermesi açısından Taberî’nin (ö. 310/923) tefsirinin incelenmesi önem arz etmektedir. Taberî tefsirinde, ayetleri gramatik açıdan tahlil etmekte, anlamı ve yapısına göre bazı kelimeleri incelemekte, Kur’ân’ın kıraatlerinden ve Arap lehçelerinden faydalanmakta, ayetlerin i‘râbını yaparken farklı görüşleri delilleri ile birlikte tartışmaktadır. Diğer bir deyişle bu tefsir kendinden önceki ilmi birikimi bir araya getirmiş ve kendinden sonraki eserlere de zikredilen birikimin aktarılmasına vesile olmuştur. Bu çalışma İslamî ilimler açsından önemli bir şahsiyet olan Taberî’nin dil ekollerinin ihtilaf ettiği yerlerde yapmış olduğu tercihleri ve bu tercihlerde var olan metodu ortaya çıkartmayı amaçlamaktadır. Çalışma öncelikle Taberî öncesi dil ekollerinin ihtilaf ettiği konulardaki görüşlerin ön plana alınması ardından Taberî’nin yaklaşımının tahlili üzerine yoğunlaşmıştır. Bu bağlamda çalışmada Taberî’nin tevil metotlarından bağlam, zahir anlam, Arapların yaygın sözleri, hadis ve onun yapmış olduğu dilsel kıyas gibi temel kriterlerin aynı zamanda onun söz konusu ihtilaflı yerlerde tercih metodunun da temel kriterleri olduğu iddia edilmiştir.
  • Öğe
    Câhiliye'den Kur'ân'ın Nüzûlüne ve Mütekaddimûn Döneme: İlim Kavramının Tarihsel Dönüşümü
    (ÖMER TAY, 2024) Kavurmacıoğlu, Selma; Şen, Mustafa
    Bu çalışma, Câhiliye dönemi, Kur'ân’ın nüzûl süreci ve ardından teşekkül eden Mütekaddimûn dönemi İslâm toplumlarında “ilim” kavramının tarihsel seyrini ele alacaktır. Çalışma, Kur'ân’ın ilim anlayışının yalnızca dünya hayatına dair malûmatla sınırlı kalmadığını; insanın Allah’ı tanımasına, yaratılışın hikmetini kavramasına, varoluşun anlamını idrak etmesine ve manevî tekâmülüne rehberlik eden bir nitelik kazandığını ortaya koymayı amaçlamaktadır. Ayrıca, Câhiliye dönemindeki ilim anlayışıyla İslâm'daki ilim anlayışı karşılaştırıldığında, İslâm’ın ilme verdiği ulvî değerin toplumsal yapıyı nasıl köklü bir şekilde dönüştürdüğü ve medeniyetin gelişimine nasıl yön verdiği açıkça görülecektir. Bu çalışmada ilk olarak ilim kavramının etimolojik tahlili yapılacak ve Câhiliye döneminde ilim kavramının hangi anlamlarda kullanıldığı, o döneme ait şiirler üzerinden tespit edilmeye çalışılacaktır. Daha sonra, Kur'ân’ın nüzûl sürecinde vahyin sunduğu ilim anlayışından bahsedilecek; bu anlayış âyetlerle örneklendirilecektir. Aynı süreçte, Hz. Peygamber’in ilim anlayışının nasıl şekillendiği, hadislerle ortaya konmaya çalışılacaktır. Ayrıca, İslâm medeniyetinin yükselme döneminde vahiy temelli ilim anlayışının, Gazzâlî, Farâbî ve İbn Sînâ gibi düşünürler tarafından nasıl zenginleştirildiği ele alınacaktır. Son olarak, Câhiliye dönemi ile İslâm’daki ilim anlayışları, ilmin kaynağı, kapsamı ve amacı açısından karşılaştırılacak; bu farklılıkların topluma yansıması değerlendirilecek ve Câhiliye toplumunda şâirlerin, İslâm toplumunda ise âlimlerin üstlendikleri roller mukayese edilecektir. Bu konular, bir makalenin sınırları dâhilinde ele alınacağından, her bir başlık kapsamlı bir inceleme yerine genel bir yaklaşımla değerlendirilecektir.
  • Öğe
    Tehânevî’nin Keşşâfü ıstılâhati’l-funûn ve’l-‘ulûm Adlı Ansiklopedik Eserindeki Tasavvufî Makamlarla İlgili Maddelere İlişkin Bir İnceleme
    (Çorum Çağrı Eğitim Vakfı, 2024) Ulu, Mahmut
    Fıkha dair Ahkâmü’l-arâzî ve tefsire dair Sebku’l-gayât fî neski’l-âyât adlı iki eseri daha bulunan Tehânevî’nin Keşşâfü ıstılâhati’l-funûn ve’l-‘ulûm adlı ansiklopedisi en bilinen eseridir. Eseri diğerlerinden ayıran önemli bir husus sarf, belâgat ve muhâdarât gibi Arap dili ve edebiyatına dair ilimleri; tefsir, hadis, tasavvuf gibi şer‘î ilimleri; mantık, fizik, kimya, tıp, matematik gibi aklî ilimler ile rüya tabiri, sihir, tılsım ve simya gibi daha çok metafizik konuları ele alan elliyi aşkın ilmi çok çeşitli yönleriyle ortaya koymasıdır. Eseri konumuz açısından önemli kılan husus ise çalışmada çok sayıda tasavvufî ıstılaha yer verilmesidir. Nitekim tasavvuf ıstılahıyla ilgili kavramlar eserin önemli bir bölümünü oluşturur. Bu kavramlar tasavvufun belirli alanlarına odaklanmak yerine tasavvufun tanımı, sûfî ve ilintili konular, seyrüsülûk, tarikatların insanî yönü ve mekânları, nefis ve makamları gibi hemen her yönüne odaklanmıştır. Eserde üzerinde durulan ve tanımları verilen kavram gruplarından biri de haller ve makamlara ilişkin maddelerdir. Bu çalışmanın odak noktası Tehânevî’nin makamlara dair maddeleri ele alış şeklidir. Bu bağlamda makamların tanımları, kelime ve terim manaları ile ilişkili olduğu diğer ilimlerdeki karşılığı ile hangi yönlerinin öne çıkarıldığı, tanımlara getirilmiş yeniliklerin varlığı veya yokluğu üzerinde durulmuştur. Çalışma bir metin analizi yöntemine dayalı olup bu yönüyle eserde yer alan kavramlar temel tasavvuf literatüründeki anlamlarıyla karşılaştırılarak değerlendirilmiştir. Keşşâf adlı eserde konuyla ilgili öne çıkan başlıca bulgular şunlardır: Makamlar genellikle belli eserlerden alıntılanarak açıklanmıştır. Kavramların bazen öncelikle kelime manası sonra terim manası üzerinde durulmuş ardından diğer ilimlerdeki karşılığı ve tasavvufî ıstılah olarak neye delalet ettiği, bazen de doğrudan terim manasıyla ele alındığı görülmüştür. Eserin tasavvufî kavramlar özelinde alıntılandığı kaynaklardan farklı yeni bir ifade ortaya koyduğunu söylemek güçtür. Ancak bazı tasavvufî ıstılahların diğer ilimlerdeki karşılıklarıyla birlikte ele alınması eseri dönemin tasavvuf ve genel ilmî terminolojinin ele alınış şeklini ortaya koyması açısından önemli kılmaktadır. İşte bu çalışmada makamların tasavvuf terminolojisi açısından değerlendirilmesi ve Tehânevî’nin katkıları ve farklılıkları ortaya konmaya çalışılmıştır.
  • Öğe
    Arap edebiyatında bir ilk: Hüdâ Berakât’ın romanlarında Queer karakterler
    (Aksaray Üniversitesi, 2025) Akay, Seyit Ahmet; Uçar, Hasan
    Hüdâ Berakât, post modern Arap romanının önde gelen yazarlarındandır. Üslubu, tekniği ve coğrafyasının yabancı olduğu queer karakterlere ilk kez temas eden yazar olması; onu farklı kılmaktadır. Yazar, heteroseksüel olmayan bireylerin geneli için kullanılan queer tanımlaması kapsamında karakterlerinin eşcinsel yönlerine her ne kadar ürkek bir şekilde temas etse de cinsel sorunlarına cesurca eğilmiştir. Queer temanın, popülizmin etkisi altına aldığı bir yazarın kaleminden dökülen ifadelere mi ait olduğu sorusuna cevap arayan bu çalışma ile cinsel problemlerin; yazar tarafından, doğduğu coğrafyanın on yıllardır değişmeyen gerçeği olan savaşların yol açtığı psikolojik bir hastalık olarak görüldüğünü söylemek mümkündür. Booker ödüllü yazar ve eserleri hakkında ülkemizde yeterince çalışma olmadığı, her geçen gün yaygınlık kazanan ve birer küresel tuzak olan queer konuların yazarlara ödüller getirdiği düşünüldüğünde eşcinselliğin bir hastalık olduğunun vurgulanması; çalışmada ele alınan konunun önemini ortaya koymaktadır. Çalışmanın kapsamını ise yazarın queer karakterleri işlediği üç romanı belirlemektedir. İlk romanı Hacerü’d-dahik’te queer tema, kadınsı eğilimleri olan Halil ile sunulmaktadır. Nitekim Halil, romanın sonunda erkeklerin cinsel ilgilerini ifade ettikleri bir karaktere dönüşmektedir. Ehlü’l-hevâ’da ise âşık olduğu kadına kıyan hastalıklı roman kahramanının ikincil kadınsı kimliği, karısına ait erkeksi kimlikle örtüşmektedir. Berîdü’lleyl adlı eserinde ise yazar, bir kadının yaşlanınca tahmin edilemeyecek kadar babasına benzediğine ve bunun sadece fiziksel düzeyde kalmadığına değinmektedir. Nitel araştırma yöntemine uygun olarak metin analizi tekniği kullanılan bu çalışmada Hüdâ Berakât’ın giderek artan bir açıklıkta ele aldığı queer karakterlerin tesadüf olmadığı incelenmiş; savaşın doğurduğu bu temayı yazarın, iç savaş, göç, travma vb. diğer temalar ile harmanladığı, mağduru olduğu savaşlara dair düşüncelerini ve kendi yaşadığı sorunları karakterleri aracılığı ile yansıttığı ortaya konmuştur.
  • Öğe
    İşaret ve sembol kavramları ekseninde muhkem ve müteşâbih
    (Aksaray Üniversitesi, 2025) Hanay, Necattin
    Bu makale, Kur’an’ın muhkem ve müteşâbih ayrımının mahiyetini felsefî bir zeminde analiz etmeye çalışmakta ve vahyin kullandığı dilin gerçekliği nasıl ifade ediyor olduğu sorusuna odaklanmaktadır. Bu çerçevede makale, insan dilinin sonlu imkânlarıyla fiziksel ve metafiziksel gerçeklikleri ifade etme kapasitesini ve bunun muhkem-müteşâbih ayrımındaki karşılığını literal ve sembolik dil özelinde anlaşılır kılmayı hedeflemektedir. Böylece Kur’an’daki muhkem ve müteşâbih ifadelerin doğasına dair bir açıklık ve teorik bir tutarlılık sağlamayı amaçlamaktadır. Bu sebeple çalışma, Kur’an’ın anlaşılmasında sıkça karşılaşılan muhkem-müteşâbih tartışmalarına dilsel bir netlik kazandırması ve çağdaş yorum ihtiyacına katkı sunması açısından önem arz etmektedir. Bilindiği üzere muhkem ve müteşâbih meselesi klasik literatürde usûl açısından birbirinden farklı açıklama ve değerlendirmelere konu olmuştur. Makalede mevcut görüşler tartışmaya açılmadan yöntem olarak analitik ve kavramsal çözümleme tercih edilmekte; aynı zamanda dilin literal ve sembolik yönlerinin birlikte değerlendirilmesi esas alınmaktadır. Nihayetinde muhkem ve müteşâbihin, vahyin dilinin katmanlı yapısının bir göstergesi olduğu ve böyle bir ayrımın Kur’an’ın hitap biçimindeki derinlikli yapıyı anlamada merkezi bir rol oynadığı sonucuna ulaşılmaktadır.
  • Öğe
    Temsilî anlatım bağlamında Kur’an’da yağmur
    (Aksaray Üniversitesi, 2024) Karataş, Şuayip
    Kur’an dil üslûbunun belirgin niteliklerinden biri, mücerred kavram ve konuların duyulara hitap eden müşahhas temsil ve mesellerle anlatılmasıdır. Kur’an’da, özellikle gaybî konular, bir düşünceyi sembolik bir dil ve örneklendirmelerle açıklama anlamına gelen temsil üslûbuyla anlatılmıştır. Cennet, cehennem ve ahiret gibi soyut gerçekler, gerçek hayattan alınan somut örneklerle temsil edilerek, canlı tablolar halinde betimlenmiştir. Bu bağlamda, doğal bir olay olan yağmur, bazı soyut olgu ve olayların anlaşılmasında temsil aracı olarak kullanılmıştır. Bu çalışma, Kur’an’da temsil sanatı kullanılarak yağmurla ilgili örnekleri içeren âyetleri tespit etmeyi amaçlamaktadır. Çalışmada nitel araştırma yöntemlerinden doküman incelemesiyle veriler elde edilerek, yağmur içerikli Kur’ân âyetleri analiz edilmiştir. Çalışmanın kuram/teori oluşturma aşaması, tümevarım metoduyla gerçekleştirilmiştir. Elde edilen verilerin tahlili ise içerik analizi yöntemiyle yorumlanmıştır. Bu çerçevede, önce temsil kavramı ve Kur’an’daki temsilî anlatım ele alınmış; ardından yağmurun temsil aracı olarak kullanıldığı âyetler incelenmiştir. Çalışmada, dünya hayatının geçiciliği, öldükten sonra tekrar dirilme, hak-bâtıl ayrımı, münafıkların ve malını Allah yolunda harcayanların durumu gibi konularda, yağmurla yapılan teşbih ve temsillerle, ilâhî mesajların muhataplar için daha anlaşılır kılındığı tespit edilmiştir.
  • Öğe
    Zemahşerî’nin el-keşşâf isimli tefsirinde takdîm-tehîr meselelerinin illetlendirilmesi: bazı ayet örnekleri üzerinde bir inceleme
    (ALİ KARATAŞ, 2024) Yıldırım, Esra
    İlk dönemlerden itibaren dilsel meseleleri illetleri ile açıklama prensibiyle hareket eden dil alimleri, her ne kadar nahiv ilmi üzerinde yoğunlaşsalar da nahiv ilminin bir uzantısı olarak belâğî meseleleri de illetleri ile açıklamaya özen göstermişlerdir. Kur’an-ı Kerim’in üslubuna son derece dikkat eden müfessirlerin ayetleri açıklarken illetlere dayandıkları bilinen bir husustur. Bu çalışma, takdîm-tehîr meselelerindeki incelikleri ve delaletteki etkilerini anlama ve değerlendirmede önemli bir rol oynayan illetleri, takdîm-tehîr üslubunda yaratıcı ve yenilikçi bir yol izleyen Zemahşerî’nin tefsiri üzerinden analiz etmeyi amaçlamaktadır. Bu sebeple Zemahşerî’nin tefsirinden örnekler ele alınıp, Zemahşerî’nin bu üslubu ve delaletlerini açıklarken dayandığı illetler incelenmiştir. Bu minvalde öncelikle illet kavramı ve bu kavrama paralel olarak karîne kavramı üzerinde durulmuş ve Kurân-ı Kerîm’de kastedilen manayı belirlerken illetlerin zaruriyyeti açıklanmıştır. Daha sonra Zemahşerî’nin tefsirinde takdîm- tehîrin olduğuna dair zikrettiği açıklamaları yani karînetü’l- manialar ve takdîm-tehîrin maksadını belirlerken kullandığı karîneler yani karînetü'l-muayyineler incelenmiştir. Bu amaç doğrultusunda makalede analitik yöntem takip edilmiştir. Sonuç olarak takdîm-tehîr meseleleri özelinde karînetü’l-manianın, cümlenin ögelerinin birbirlerine göre konumuna binaen aralarındaki ilişki anlamına gelen rütbe olduğu ve Zemahşerî’nin genelde bu karîneleri açıkça zikretmeyip işaretle yetindiği, takdîmin delaletini belirlerken ise siyak ve makama dayandığı ortaya çıkmıştır. Ayrıca takdîmden sonra i’rabı değişmeyen meselelerde takdîmin delaleti olarak ilk kez açıkça ihtisas delaletini zikreden kişi olması dikkat çeken bir husustur. Fakat onun bu çıkarımını kendinden önceki dil otoriteleri ile çelişen değil, bilakis onların verilerine dayalı makam ve siyakı da içine alarak ulaştığı bir sonuç olarak değerlendirmek daha doğru bir yaklaşım olacaktır.
  • Öğe
    Makasid-i Şerîa bağlamında Kur’ân ahkâmının değişmesi -Muhammed Tâhir b. Âşûr örneği
    (Çorum Çağrı Eğitim Vakfı, 2024) Şola, Hanefi
    Son iki yüzyılda Müslümanların Batı karşısında yaşadıkları mağlubiyetler sonucu İslam dünyasında dine karşı faklı yaklaşımlar ortaya çıkmıştır. Bu kapsamda bir kesim İslam dünyasının mağlubiyetinin temel sebebi olarak dini görmüştür. Bir diğer kesim bunun nedenin dinden uzaklaşmak olduğunu söylemiştir. Bir grup ise bunun sebebini din ile geleneğin iç içe girmesiyle açıklamıştır. Mağlubiyetin gerekçesinin din ile geleneğin iç içe geçmesi olarak görenlerin bazıları dinin gelenekten tamamen arındırılması gerektiğini savunurken bazıları gelenekteki bazı imkanlardan faydalanılması gerektiğini düşünmüştür. Bu bağlamda gelenekteki var olan ve kendisinden faydalanılması gereken imkanların içinde en fazla öne çıkan düşüncenin makâsıd-maslahat olduğu görülmektedir. Geleneğin önemli bir konusu olan makâsıd-maslahat düşüncesinden faydalanılması gerektiğini düşünenler, bu düşünceden hareketle hakkında ayet bulunan bazı hükümlerin çağdaş dönemin ihtiyaçları doğrultusunda değişebileceği şeklinde yorumlamışlardır. Bu çalışmada da makâsıd-maslahat düşüncesini gündemine alan Muhammed Tâhir b. Âşûr’un (1879-1973) özellikle Kur’ân hükümlerinin değişip değişemeyeceği konusundaki yaklaşımının ortaya konması amaçlanmıştır. Çalışmada öncelikle İbn Âşûr’ûn makâsıd-maslahat düşüncesi ele alınmıştır. Ardından da çağdaş dönemde, farklı yorumlanması gerektiği düşünülen bazı Kur’an hükümlerine temas edilmiş ve İbn Âşur’un bu hükümler hakkındaki yaklaşımı ortaya konmaya çalışılmıştır.
  • Öğe
    Beyond politics and economic development: The academic contextualization of the AK Party's rule in Turkiye
    (Research Center for Islamic Economics, 2024) Karlı, İhsan; Hassan, M. Kabir; Ahmed, Zobayer; Sarker, Jahidul Islam; Islam, Md. Nazmul; İslam, Muhammed Tarık
    The study ventures into the intriguing divergence between academic discourse and the AK Party's political and economic strategies, which have been pivotal in its success in national elections. This research, through a meticulous bibliometric analysis of 116 articles on the AK Party's rule in Turkiye, uncovers this deviation. By analyzing the most frequent words, most cited articles, major areas of research, and thematic analyses, the study dissects scholarly narratives and identifies gaps, particularly in the economic domain. It underscores how the interplay between these elements shapes the electoral landscape and the AK Party's sustained success. Importantly, this study paves the way for future research, which holds the promise of further enlightening both academic and policy -making domains on the interplay between economics and politics in the Turkish context.
  • Öğe
    Exemptions granted to women in islamic law: Examples of prayer and fasting
    (Anadolu İlahiyat Akademisi, 2024) Atcı, İsa
    God created man in a special form and gave him reason and will. God, who created humans in two different genders, male and female, declared that superiority is not based on gender, but rather based on taqwa (piety). Accordingly, being a man is not a source of pride, nor is being a woman a degrading quality. While God has endowed man with many rights, especially the right to life, it also imposes some responsibilities. Although God considered men and women equal in creation, faith and servitude, established some different provisions regarding responsibility. One of these areas is worship. Islam does not hold women responsible for some practices related to worship. Essentially, this attitude of Islam towards women is not a devaluation or restriction, but rather a valuing and providing positive privileges over men. When we examine prayer and fasting practices closely, we see that women are not only on menstrual and puerperal days, but also on days when they have different obligations such as pregnancy and breastfeeding. Likewise, they were not obliged to perform Friday and Eid prayers by their obligations such as childcare etc. They were also excused from performing regular prayers in congregation in the mosque. It should be noted that Islam's approach to the issue is based on opportunity, need and necessity, not gender. In this context, discourses that Islam and Muslims exclude women and see them as second- class beings damage the image of Islam and Muslims. However, these accusations are baseless allegations based on distortions of the relevant provisions of Islamic law; These are baseless allegations. Our study is important in that it demonstrates that these accusations are unjustified by focusing on the positive privileges granted to women, whereas they are not granted to men. To reveal these privileges, only prayer and fasting practices have been examined within the limitation of these study and the relevant issues have been tried to be processed with evidence by making use of the basic sources of the sects. The content of the subject has been enriched within the framework of sectarian views, and current studies on the subject have been tried to be analysed. References have been to the views of the High Board of Religious Affairs. This study has refuted the unfair accusations of anti-Islamic discourses and contemporary feminist thoughts, which accuse Islam of not respecting women's rights and restricting women in the field of worship, as in many areas. Contrary to these claims, this study revealed that Islam gives women duties in accordance with their nature and exempts them from duties that would be burdensome for them.
  • Öğe
    أبو طالب المكّي وآرَاؤُهُ الفقهيّة
    (Aksaray Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi, 2024) Abed, Adel
    تناول البحث حياة أبي طالب المكّي، العالِم الذي أَثَّر في معاصريه من شيوخه وتلاميذه، والذين جاؤوا من بعدهم أيضا، عاش المكّي بين أكناف المسجد الحرام، في مكّة ولذلك أخذ هذه النّسبة مع أن أصله من خُراسان، وقد فارق مكّة ورحل إلى بلاد مختلفة، حتى انتهى به المَطاف ببغداد، واستطاع من تأسيس مدرسة روحية في علم التصوف، بثَّ عبيرها من خلال كتابه قوت القلوب. الذي تأثر بها الكثير من العلماء وعلى رأسهم الإمام الغزالي، وقد ظهر أثر ذلك في كتابه الإحياء، ولم تكن عطاياه في مجال التّصوف فحسب، بل له آراء فقهيّة مبثوثة بين دفوف الكتب، فأراد الباحث تسليط الضوء على علمه وآرائه الفقهيّة، مع مناقشة هذه الآراء ومقارنتها بالمذاهب الإسلامية، من خلال دراسة الآراء، دراسة وصفية تحليلة، مع بيان الرأي الراجح في المسألة، وبعد التحري والبحث في بطون أمهات الكتب الإسلامية،استطعنا جمع الآراء الفقهيّة، وقد وافقت آراؤه في كثير من الأحيان الجمهور، وبحثنا مسائل مختلفة منها في العبادات، كاستقبال القبلة والخشوع في الصّلاة وتحيّة المسجد وغيرها، وذكر الباحث أيضا مسائل مُحدثة ذَكرها المكّي في العبادات وغيره
  • Öğe
    أثرُ القراءاتِ في التّفسيرِ عندَ التّبريزي: دراسة تحليليّة
    (Aksaray Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi, 2024) Karlı, Mehmet
    تناول هذا البحثُ أثر القراءات القرآنية في تفسير القرآن المجيد للتّبريزيّ من جوانب متعددة، فسلط الضّوء على متانة علم التّبريزيّ الثري في علم القراءات وأثرها في بيان معاني القرآن الكريم من خلال استقراء تفسيره واستخراج المواطن التي وظفَّ التّبريزيّ القراءات القرآنية لفهم النص من ناحية مدلولات الألفاظ في ضوء علوم اللّغة والبلاغة. وبَيَّنَّا مدى أثرها في توجيه الأقوال التّفسيريّة وتحليلها، مع ذكر بعض النّماذج لذلك، فاعتمدنا في هذه الدّراسة على المنهج التّحليلي بواسطة تحليل أقوال التّبريزيّ في القراءات القرآنية التي أشار إليها في تفسيره، وفي الوقت نفسه اعتمد على المنهج الاستدلالي؛ لبيان المعاني المستنبطة من اختلاف القراءات، والتي لم يُشر إليها التبريزي في بعض الأحيان. أما عن مشكلة البحث فهي تدور بين محاور متعددة؛ كمدى اعتناء التّبريزيّ بالقراءات، ومدى تأثيرها في تفسيره، فخلص الباحث إلى أنَّ عبد الباقي التبريزي اعتنى بالقراءات القرآنية اعتناءً كبيراً، واستفاد منها في قضايا متعددة كاللّغة، والبلاغة، والأحكام الاعتقادية، والأحكام الفقهيّة، ومن ثم شرع في نَقْدِ أقوال العلماء بناءً عليها.