Makale Koleksiyonu
Bu koleksiyon için kalıcı URI
Güncel Gönderiler
Öğe Tyanalı Apollonius’un Pythagorasçı kökenleri üzerine bir değerlendirme(Işıl BAYAR BRAVO/Hamdi BRAVO, 2022) Evren, MehmetKapadokyalı bir bilge olan Tyanalı Apollonius düşünce tarihinde kendisine yer bulabilmiş bir düşünürdür. Apollonius, günümüze ulaşan “Mektuplar” adlı eserinde kendisini Pythagorasçı bir düşünür olarak tanıtmaktadır. Bu çalışmada “Mektuplar” adlı eserinden hareketle Apollonius’un düşünceleri üzerinde Pythagorasçı felsefenin etkileri ele alınmaktadır. Zira Apollonius’un ahlaktan sanata, bilimden politikaya kadar pek çok konudaki düşüncelerini ihtiva eden söz konusu eserinde Pythagorasçı ve Yeni Pythagorasçı düşüncenin izleri açıkça görülmektedir. Apollonius, Pythagorasçı düşüncede yer alan ruh göçü, ruhun ölümsüzlüğü ve ruhun arındırılması gibi görüşlere eserinde yer vermektedir. Yine Apollonius’un Pythagorasçılıktan etkilenerek insanın kendisini denetim altında tutmasını salık veren bir ahlaksal yaşam teklifinde bulunduğu görülmektedir. Pythagorasçıların politika ve yönetime dair düşünceleri de Apollonius’un politika felsefesine ilişkin fikirlerini etkilemiştir. Nitekim Apollonius, Mektuplar’da Pythagorasçı felsefede yer alan “bilgelerin kral olması” fikrini kabul etmekte ve desteklemektedir. Bununla birlikte Apollonius, Pythagorasçıların ‘bilgelerin kral olması’ gerektiği şeklindeki düşüncesiyle de yetinmeyip, Stoacı düşüncedeki tüm yeryüzünü vatan olarak görme anlayışını ve dünya vatandaşlığı görüşünü de savunmaktadır. Bu çalışmada Tyanalı düşünür Apollonius’un pek çok alandaki görüşleri üzerinde açık bir şekilde Pythagorasçı etkilerin olduğu saptanmış ve söz konusu etkiler gösterilmeye çalışılmıştır.Öğe Jean Jacques Rousseau’da uygarlığın duygulara negatif yansımaları(Türk Felsefe Derneği, 2021) Evren, MehmetModern felsefenin karakteristik özelliklerinin şekillendiği aydınlanma felsefesi içerisindeJean Jacques Rousseau (1712-1778) insana ve uygarlığa dair eleştirel, özgün bir felsefitutum geliştirmiştir. Rousseau, aydınlanma dönemi insanının asli doğasından ve değerlerinden uzaklaştırıldığını, dolayısıyla trajedi içinde yaşadığını belirtmektedir. Bu bağlamda Rousseau’nun uygarlık eleştirisi ve insan doğası üzerindeki çözümlemeleri önem arzetmektedir. İnsan doğasına dair çözümlemelerini kendine özgü kavramlarla ortaya koyanRousseau, bu çerçevede pek çok eserinde amour de soi(özsevgi), amour propre (özsaygı), kibir,hırs, narsisizm, yabancılaşma gibi kavramlara yer vermiştir. Mevcut çalışmamızda, Rousseau’nun amour propre (özsaygı), kibir (hybris), hırs (harasa), narsisizm gibi kavramları, insandoğası bağlamında nasıl temellendirdiği ele alınmaktadır. Uygar toplumda kendisine vedoğaya yabancılaşan narsist bireylerin toplumsal ilişkilerinin nasıl geliştiğini ele alanRousseau, insan doğasının asli yapısında olmayan söz konusu yapay duyguların ve davranışların toplumda meydana getirdiği gerilimlerden bahsetmiştir. Çalışmada Rousseauözelinde, uygar insanın yaşadığı travmanın toplumda yarattığı etkilere ve insan ilişkilerini nasıl tahrip ettiğine değinilmiştir. Çalışmamızda uygarlığın ortaya çıkardığı söz konusu duyguların, insanı temel değerlerinden nasıl uzaklaştırdığı ele alınırken, Rousseau’nunyapmacık kalıplara dökülen insan ilişkilerinin toplumda yarattığı kaygı verici durumakarşı önerdiği çözümlerden de bahsedilmiştir.Öğe Immanuel kant felsefesinde hürriyetin epistemolojik ve ahlâki olanağı(Türk Felsefe Derneği, 2021) Çiçek, NuriImmanuel Kant (1724-1804), ahlâkın hürriyetle, hür olmanın da rasyonel bir varlık olarakinsanın istemesiyle ilişkili olduğunu vurgulamıştır. Bu istemeyle de insan, eylemlerininbelirleyicisi ve uygulayıcısı konumundadır. Rasyonel bir varlık olarak eyleyen ve uygulayan insan bu eylemlerinden sorumludur. Sorumluluk hür olarak eyleyen insan için sözkonusudur. Ahlâkın yasa olması nedeniyle de tek tek bireyler için söz konusu olan belirleyici ve uygulayıcı konum tüm insanlar için geçerlidir. Hür olmak, teorik bir zemindeçelişkilere yol açsa da eyleyen insanın eylemlerinde kendisini göstermesi bakımındanpratik zeminde ahlâklı olmanın ön koşulu olarak karşımıza çıkmaktadır. Aynı zamandabireylerin eylemlerinde sorumlu olabilmeleri için hür olmaları da gerekmektedir. Bu çalışmada ahlâk açısından olmazsa olmaz olarak düşündüğümüz hür olmanın Kant’ın bilgive ahlâk anlayışı çerçevesinde bir değerlendirmesi yapılacaktır.Öğe John Locke’da politik liberalizmin inşası üzerine bir değerlendirme(Yediveren Kitap, 2021) Evren, Mehmetİnsanların toplu halde yaşadığı her yer ve zamanda, insanlar arasındaki ilişkiyi düzenlemek, ortaya çıkan problemleri çözmek ya da ortaya çıkabilecek muhtemel sorunları baştan engellemek içinyönetim ile ilgili düşünce ve uygulamalar olarak nitelenebilecek politika disiplininin var olageldiği görülmektedir. Politika alanına felsefi bir bakışla yönelmek olan politika felsefesi, insanın toplumla ve politik iktidarla nasıl bir ilişki kurması gerektiği yönünde çözümlerin arandığı bir alandır. Çalışmamızın amacı, çağdaş politik felsefesinde de önemli bir başlık konusu olan liberalizmin kurucutemsilcilerinden olan John Locke’un (1 32-1704) politik liberalizm anlayışını değerlendirmektir. Bu değerlendirmeyi yaparken, John Locke’un, temelde inançlara karşı yönetimin tutumunun nasılolması gerektiğine dair yazdığı “Epistola de Tolerantia” (Hoşgörü Üzerine Bir Mektup) (1689) ve yaşadığı dönemdeki politik çalkantılara tepki niteliğinde olan “Two Treatises of Government”(Yönetim Üzerine İki İnceleme) (1 90) isimli ana eserler temel alınmıştır. Dönemin toplumsal ve politik problemlerinin çözümüne yönelik yazılmış olan bu eserlerde John Locke, sadece bireyin negatifözgürlüğünü savunmakla kalmamış aynı zamanda o, bu çalışmalarında temelde eşit ve özgür olarak dünyaya gelen insanların “hayat, özgürlük ve mülkiyet” haklarını teminat altına alan, sınırlarıbelirlenmiş bir devlet anlayışını benimsemiştir. Yine Locke, bu eserlerinde sınırları hukukla belirlenmiş bir devleti savunurken öte yandan da temel hak ve özgürlükleri genişleyen bir birey anlayışını egemen kılmaktadır. Bu bağlamda Locke’un bireye ve devlete yönelik söylemleri modern bireyin temel hak ve özgürlük mücadelesinde kayda değer gelişmeler olarak değerlendirilebilir. Locke’un bu düşünceleri günümüz insan hakları ve demokrasi tartışmalarına da referans oluşturmaktadır. Locke, bireyin kazanımları noktasında insanın özgür iradesi ve emeğiyle elde ettiği şeyin kullanımındaözgür olduğunu ifade eder. Dolayısıyla Locke’ta emek sonucunda elde edilen mülkiyet aynı zamanda bireyi özgürleştiren şey olarak görülebilir. Bu yüzden ona göre devlet, mülkü korumak ve güvenliği sağlamakla yükümlü sınırları belirlenmiş minimal devlet olmalıdır. Zira Locke insanların özgürlüğünü sağlamanın teminatı olarak özel mülkiyetin korunmasını gerekli görmektedir. Bu anlayış da serbest piyasa koşullarını, ekonomik liberalizm anlayışını ya da kapitalist bir sistemi onaylayan hukuk devletini gerekli kılmaktadır.Locke, hukuk devletinin de teminatı olan yasaların aynı zamanda bireyin özgürlüğünü ve eşitliğini muhafaza edeceğini belirtmektedir. Bu bağlamda Locke’un insanların doğuştan eşit ve özgürolduklarını onaylayan doğal hukukun şekillendireceği pozitif hukuk anlayışını savunması önemlidir. Bu yüzden Locke, sınırsız yetkilerle donatılmış bir iktidar olamayacağını ve devletin sahip olacağıyetkinin hiçbir biçimde aşılmaması gerektiğini ifade etmektedir. Bilhassa yönetim ile ilgili düşünceleri, onun oldukça demokratik bir politik fikre malik olduğunu göstermektedir. Yaşadığı çağı dikkatealarak değerlendirdiğimizde Locke’un devlet yönetiminde yasama organını bir adım daha önde tutmuş olması, onun demokratik ve özgürlükçü bir tutuma sahip olduğunun güçlü bir işareti olarakgörülebilmektedir. Locke’un kendi döneminde birbiriyle ilişkilendirdiği iki özgürlük alanını yani politik ve dinsel özgürlükleri birlikte vurgulamış olması da önemlidir. Locke’un bu tavrı ifade özgürlüğü ve hoşgörü açısından değerlendirildiğinde daha da önem arz etmektedir. Zira Locke, bir toplumda dinsel toleranstan bahsetmek için, yönetimin din üzerinde hiçbir zoru ya da müeyyidesinin olmamasıgerektiğini ifade etmektedir. O’nun, bu sözünden de anlaşıldığı üzere, politik iktidar ile kilisenin birbirlerinin alanlarına müdahil olmalarını istememektedir. Locke’un bu yaklaşımı devletin inançlıolana da inanmayana da eşit mesafede durması gerektiği anlamına gelmektedir. Locke’un dinî hoşgörü anlayışına ateistleri ve Katolikleri katmadığına dair bazı eleştiriler yöneltilse de yaşadığıdönem göz önüne alındığında hoşgörü ve çokkültürlülük anlayışı noktasında farkındalık yarattığını söyleyebiliriz. Politik iktidarın kaynağını toplumda gören Locke’un her zaman için toplumun direnme hakkının saklı olduğuna dair yaptığı çözümlemelere de çalışmada yer verilmiştir. Çalışmada sadece Locke’un toplumun yönetime hangi durumlarda direnmesinden bahsedilmemiş aynı zamanda onun toplumun hangi koşullarda çözüleceğine dair düşüncelerine de değinilmiştir. Zira Locke’a göre toplumun yönetime direnmesi için bazı şartların oluşması da gerekmektedir.Son olarak, John Locke’un politik liberalizm anlayışının irdelendiği bu çalışmada; onun doğa durumu, doğa yasası, özgürlük, eşitlik, birey, mülkiyet, devlet, direnme hakkı, kadın-erkek eşitliği, hoşgörü, vatandaşlık hakkı ve sözleşme gibi unsurları, eserlerinde nasıl ele aldığına da dikkatler çekilmeye çalışılmıştır.Öğe İhtiyatlı (değer yüklü) bilim: gerçek bilim veya bilim dışı(Pinhan Yayıncılık Ltd. Şti., 2021) Özer, Mahmut; Sol, AyhanBilim yaşamımızı biçimlendiren en önemli insan etkinliklerinden birisi, belki de en önemlisidir. Ancak bilimlerin ve onun çeşitli uygulamalarının insan yaşamına olumlu katkılarının yanında insan ve çevre sağlığı üzerinde pek çok olumsuz etkilerinin de olduğu tartışılmaktadır. Bilim ve uygulamalarının insan sağlığı ve çevre üzerindeki olumsuz etkilerinin her geçen gün daha çok görünür hâle gelmesi, bilim-değer ilişkisini yeniden önemli bir tartışma başlığı hâline getirmiştir. İhtiyat ilkesi bilim-değer ilişkisi üzerine yapılan tartışmaların odağında yer alan kavramlardan biridir. Biz çalışmamızda önce bilim-değer ilişkisini, bilimin değerden bağımsız bir etkinlik olup olmadığını bilim tarihi ve felsefesi perspektifinden ele alıyor ve bilimlerin hem epistemik hem de epistemik olmayan değerler içerdiğini savunuyoruz. Daha sonra ihtiyat ilkesini ele alıyor ve onun bilimsel araştırmaların yöntembilimsel bir bileşeni hâline getirilmesinin olası nedenleri ve sonuçları üzerinde duruyoruz. Son olarak, bilim-değer ilişkisinin, ihtiyat ilkesi örneğinde olduğu gibi etik temelli kurulması durumunda bilim ve uygulamalarının insan sağlığı ve çevre üzerindeki olumsuz etkilerinin azaltılabileceğini ve bilimin insan mutluluğuna daha çok katkı sağlayabileceğini tartışıyoruz.Öğe Seküler Etik Mümkün mü?: Aliya İzzetbeğoviç’te Etiğin Seküler İmkanına İlişkin Felsefi Bir Soruşturma(Türk Felsefe Derneği, 2018) Ovacık, ZübeyirBütün bir düşünce tarihi boyunca merkezi bir tartışma alanı olarak etik, çok katmanlı ilişkilerağı içerisinde pek çok filozof tarafından ele alınmıştır. Klasik ve modern dönemlerde olduğugibi günümüzde de felsefi düşüncenin gündeminde olan etik, çeşitli açılardan özellikle de kaynağıve otonomluğu bağlamında tartışılmaya devam etmektedir. Etiğin kaynağı, evrenselleştirilebilirliğive otonomluğuna dair bir tartışmada farklı bağlamlarla Tanrı/din-ahlak ilişkisigündeme gelmektedir. Bu çalışma, etiğin imkânına dair bir konuşmayı hangi temeller üzerindengerçekleştirebileceğimizi, bunun yanı sıra dinden ve/ya Tanrı’dan bağımsız bir etikten sözedilip edilemeyeceğini, bir başka ifadeyle etiğin otonomluğuna dair bir tartışmayı çağdaş İslamdüşüncesinin parlak bir ismi olan Aliya İzzetbeğoviç örneğinden sürdürmeyi amaçlamaktadır.Çalışmanın başlığında özellikle etik kelimesinin tercih edilmesinin bu tartışmanın Aliya tarafındanmodern dönemleri ve modern yöntemleri dikkate alarak gerçekleştirilen bir tartışmaolduğunu ima etmektedir. Bununla birlikte metin içerisinde etik ve ahlak arasında bir ayrımagidilmemektedir. Yaşadığı çağın bir ahlak krizine işaret ettiğinin farkında olan Aliya, etiğin natüralist,yararcı ve duygucu yöntemlerle temellendirilemeyeceğini, olması gerekenler alanı olaraketiğin ancak metafizik bir zeminden yükselebileceğini belirtmektedir. Aliya’ya göre ‘olmasıgereken’lerin alanı olarak ideal bir düzleme yerleşen etik, olan ile arasında kapatılamayan birmesafeyi dikkate almayı, dolayısıyla, teori ile pratik arasında bir ayrım yapmayı gerekli kılmaktadır.Bu çerçevede seküler etiğin imkânına dair bir tartışma yürüten Aliya, teorik olarak seküleretiğe imkân tanımazken; pratikte bunun mümkün olabileceğine işaret etmektedir.Öğe Human and Machine: A View through Kant's Use of Regulative Reason(Hitit Üniversitesi, 2024) Taştan, ÜmitThis study examines the qualitative difference between human intelligence and artificial intelligence (AI) through the lens of Immanuel Kant's philosophy. This difference is based on the human mind's idea of unity and its intuitive ability to limit this unity. Kant argues that, through the regulative use of reason, it is able to obtain conceptual wholes such as God, soul, and universe. We argue that this idea of unity, derived through regulative reason, plays a significant role in distinguishing the human mind from AI . Based on Kant's idea of unity, our study determines that the human mind constructs a unity such as a formal system. Artificial intelligence, which is made possible by this construction, is inadequate in solving many problems that have shown surprising developments in recent years. We attribute this inadequacy to the inability of computers to model the aforementioned idea of wholeness. We justify this claim through the problem of "narrowing the brute search space" in computational complexity, which is a significant issue in computer science. This problem arises from the lack of a formal procedure for narrowing down a problem space with very large boundaries. When computers lack an efficient procedure or an analytical solution to the problems they aim to solve, they are forced to try all available solutions. In contrast, the human mind has cognitive abilities that allow it to intuitively narrow down these large problem spaces. Kant's use of regulative reason provides a framework for understanding this human faculty. According to Kant, the regulative function of reason supplies the concepts of pure reason that guide scientific inquiry. For example, through a concept of pure reason, such as the cosmos, the human mind is able to limit the physical domain in such a way as to conduct physical science. Through Kant's use of regulative reason, we consider that the human mind, by bringing together a set of formal signs, makes a limitation such as a formal system. Since we can conceptualize a unity such as a formal system, we can discuss algorithms that operate according to this system. The regulative use of reason, which enables the establishment of such wholes, creates a qualitative difference between AI and the human mind when combined with the human's intuitive thinking ability. However, establishing the link between Kant's idea of unity and intuitive thinking based solely on Kantian philosophy is quite difficult. Thus, we refer to the views of Henri Bergson and Nazif Muhtaroglu to establish this connection. Bergson, while explaining the concept of motion, argues that the mind reaches such an idea of unity through an instinctive synthesis. In this respect, movement is a mental synthesis, insofar as it is a transition from one point to another. Similarly, Muhtaroglu, after emphasizing that the intuitive cognition that accompanies reason is a direct, unmediated and rapid cognition, identifies the type of intuition that leads to the idea of unity as immediate intuition. Stating that this type of intuition is a cognitive intuition, Muhtaroglu cites Archimedes' discovery of the laws of fluids as an example of this way of thinking. In our study, we use the example of Archimedes to show how intuition accompanies the narrowing of the field of brute force search. Thus, when the regulative use of reason and intuitive thinking come together, a difference emerges in the cognitive abilities of the human mind and artificial intelligence. Thanks to the regulative use of reason, the human mind is able to have an awareness of the unity of the object field it is confronted with. The fact that this awareness is accompanied by intuitive thinking allows this field of unity to be narrowed. Since artificial intelligence cannot model both the use of regulative reasoning and intuitive thinking, it is subjected to the brute search method. We argue that such a deficiency underlies the lack of analytical solutions to problems of computational complexity. This deficiency reveals the difference between the human mind and artificial intelligence in problem solving and narrowing down large search spaces.Öğe Human and machine: a view through Kant’s use of regulative reason(Hitit University, 2024) Taştan, ÜmitThis study examines the qualitative di"erence between human intelligence and artificial intelligence (AI) through the lens of Immanuel Kant’s philosophy. This di"erence is based on the human mind’s idea of unity and its intuitive ability to limit this unity. Kant argues that, through the regulative use of reason, it is able to obtain conceptual wholes such as God, soul, and universe. We argue that this idea of unity, derived through regulative reason, plays a significant role in distinguishing the human mind from AI. Based on Kant’s idea of unity, our study determines that the human mind constructs a unity such as a formal system. Artificial intelligence, which is made possible by this construction, is inadequate in solving many problems that have shown surprising developments in recent years. We attribute this inadequacy to the inability of computers to model the aforementioned idea of wholeness. We justify this claim through the problem of “narrowing the brute search space” in computational complexity, which is a significant issue in computer science. This problem arises from the lack of a formal procedure for narrowing down a problem space with very large boundaries. When computers lack an e"icient procedure or an analytical solution to the problems they aim to solve, they are forced to try all available solutions. In contrast, the human mind has cognitive abilities that allow it to intuitively narrow down these large problem spaces.Öğe On wittgenstein's conception of imponderable reality(Beytü'l-Hikme, 2024) Taştan, ÜmitIn this study, we try to look at Ludwig Wittgenstein's philosophy holistically rather than the early and late periods in the literature. For this, we focus on the concept of imponderable evidence, which we think captures Wittgenstein's conception of reality. This concept provides the link between Tractarian ideas, which are ponderable, and post-Tractarian ideas, which are imponderable. In his Tractatus, Wittgenstein analysed reality via the distinction between what can be said and what can be shown. In the same work, he concludes the Tractarian project by stating that he has said what can be said, but the real work to be done is what can be shown. Based on Wittgenstein's ideas after the Tractatus, our study focuses on what can be shown, that is, the imponderable. The aim of our study is to show that Wittgenstein's conception of imponderable reality is objective, contrary to the perception in analytic philosophy. The concept of imponderable reality is grounded in the idea of incorporating the subjective nature of meaning into philosophical discourse in an objective manner. To include the subjective nature of meaning in philosophical discourse, Wittgenstein set certain rules and criteria in his post-Tractatus works. Thus, based on these rules and criteria, he proposes a conception of objectivity that is imponderable but selfevident.Öğe Turing Testinin sınırları üzerine felsefi bir inceleme(Işıl BAYAR BRAVO/Hamdi BRAVO, 2024) Taştan, ÜmitBir makineye zekâ atfetmenin gerek ve yeter koşulları konusunda herkesçe uzlaşılan bir zemin yoktur. Ancak Turing testi, makine zekâsının yeteneklerini değerlendirmek için çok önemli bir kilometre taşı ve ölçüt olarak durmaya devam etmektedir. Bu makalede, Turing testinin geçilmesinin önündeki bizce muhtemel engellerden ikisini inceliyoruz. Birincisi, programlamanın temelinde yer alan mantıksal çıkarıma dayalı engellerdir. İkincisi ise hesap karmaşıklığı alanındaki bazı problemlerle ilgili etkili çözümler bulunamamasından kaynaklanan engeldir. Bu iki engeli ortaya koyarken mantık disiplinine ve teorik bilgisayar bilimine dair literatürü felsefi bir yöntemle sentezlemeye çalışıyoruz. Çalışmamız, yukarıda sözü edilen iki engelden hareketle ve bu engeller var olduğu sürece Turing testinin geçilemez olduğu sonucuna varmaktadır.Öğe Thinking of the Contact of Turkish Modernization with Philosophy Through Ziya Gökalp: Happiness of Philosophy? The Philosophy of Happiness?(Beytü'l-Hikme, 2023) Ovacık, ZübeyirThe importance and value of a theoretical effort dealing with the root causes of the modernization process, which is also described as modernization or westernization, for contemporary Turkish thought must be obvious. In any case, in an effort to concentrate on the theoretical aspect of the issue, the position of philosophical thought in Turkish thought will be a matter of debate. Addressing the theme of Turkish modernization with philosophy will also contribute to a comprehensive description of Contemporary Turkish Thought and its development opportunity. Ziya Gokalp, who lived in the transition phase from the Constitutional Monarchy to the Republic, is among the rare thinkers who offer an encompassing and original perspective on Turkish thought with his interest in modern sociology and philosophy. It is seen that Gokalp, who developed a unique perspective on the field of philosophical thought in Turkish thought, designed philosophical thought as a thought activity related to culture and the ideal world of man, unlike the classical positivist attitude. It is seen that Gokalp considers philosophy as a special thought activity that emerges after material welfare, rather than designating philosophy as a special way of thinking through which prosperity and wealth are achieved. The present study discusses how Gokalp assigned a position to philosophy in Turkish modernization experience.Öğe Değer ve Varoluş(Aksaray Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi, 2023) Çiçek, NuriDeğer hakkındaki incelemelerde değerin ontolojisine yönelik çalışmaların başta geldiği görülmektedir. Bunun yanında değerin varoluş koşullarına göre kime ve neye göre değerlendirildiğinden hareketle değerlendirme ve değer yargısının mahiyeti problemleri de değer üzerine tartışılan konular olarak karşımıza çıkmaktadır. Değerin ontolojik ve epistemolojik statüsü üzerine yapılan bu tartışmalar kimi zaman değerin tanımlanamaz olduğunu ileri süren düşüncelerle, kimi zaman da değeri belirli bir amaç ve faydaya bağlayan görüşlerle ele alınmaktadır. Değerin birden fazla alanla ilişkili olması birbirinden farklı disiplinlerin yol açtığı tanımlama güçlüklerini de beraberinde getirmektedir. “Değerlidir”, “değerdir” ya da “bir değeri vardır” gibi yapılan her tanımlama değer ile ilgili belli bir kullanımı ortaya koymaktadır. Bu çalışma değer kavramında yer aldığı düşünülen kargaşadan kaynaklı öznel ve nesnel değerler üzerine bir tartışma yürütmektedir. Değer teriminden kaynaklanan karmaşanın kaynağında değer yargısının sözel formlarının geldiği düşünülmektedir. Bu bağlamda çalışma, söz konusu sözel formların kullanım örnekleri üzerinden değer felsefesi açısından önemli öneriler içermektedir.Öğe Quine, Laudan ve doğallaştırılmış epistemolojinin normatifliği sorunu(Mustafa Çevik, 2022) Özer, MahmutQuine’ın “Epistemology Naturalized” başlıklı makalesi epistemolojide doğallaştırma düşüncesinin klasik yapıtıdır. Pek çok geleneksel bilgi kuramcısı özellikle bu makaleyi hedef alarak epistemolojinin doğallaştırılmasını eleştirmiştir. Eleştirilerin odağında Quine’ın, psikolojinin bir alt bölümü haline getirerek, epistemolojinin normatifliğini ortadan kaldırdığı savı yer almaktadır. Laudan epistemolojide doğallaştırmanın gerekli olduğunu savunmasına karşın Quine’a yöneltilen bu eleştiriye katılmakta ve “normatif doğalcılık” adını verdiği yeni bir epistemolojik yaklaşım önermektedir. Bu çalışmada Quine’a yöneltilen eleştirinin yersiz ve Quine’ın doğallaştırılmış epistemolojisinin Laudan’ın normatif doğalcılığı gibi hipotetik normatif olduğunu tartışacağım.Öğe Ahîlîk ve Erzurum(Aksaray Üniversitesi, 2022) Evren, MehmetTanıtımını yapacağımız bu kitap felsefe ve din başta olmak üzere tarih, edebiyat, siyaset, iktisat, sosyoloji gibi alanları da içeren disiplinler arası bir çalışma olarak hazırlanmıştır. Bu çalışmada Ahî Evran’ın şahsiyeti ve onun liderliğinde kurulan ahîlîk teşkilatı üzerine derinlemesine bir araştırma ve değerlendirme yapılmıştır. Kitap ahilik ve Ahi Evran hakkında genel bir çalışma olmanın yanı sıra aynı zamanda spesifik olarak Erzurum’da ahîlîk kültürü üzerine kapsamlı bir araştırma da içermektedir.Öğe The effect of Turkish-Ottoman civilization’s understanding of nation on Jean-Jacques Rousseau(Beytulhikme Felsefe Çevresi, 2022) Evren, MehmetThere have been many studies that cover ethics, politics, science, art, education, psychology, history and international relations on the Enlightenment philosopher Jean-Jacques Rousseau (1712-1778). Some of these studies examine the effects of Jean-Jacques Rousseau's works on education and politics on the Ottoman intellectuals' world of thought. Moreover, some studies discuss Rous-seau's effect on the Turkish thinkers of the Republic period. As distinct from such studies, this study examines the effects of Ottoman cultural life and the Turks' influence on Rousseau, as Rousseau mentions positively the Turks in many of his works. In this context, the present paper discusses the possible ef-fects of the Ottoman nationality system, the Ottoman culture of life, and the life practices of Turks on Rousseau's thoughts on tolerance and multiculturalism.Öğe Platon’un politika felsefesindeki sınıf ayrımı ve yönetim biçimlerine dair bir değerlendirme(Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi, 2022) Evren, MehmetPlaton, insanların temel ihtiyaçlarından dolayı birbirlerine muhtaç olduklarını söyler. Ona göre, bu gereksinimler insanları bir araya getirmekte ve bu sayede toplumsal işbölümü oluşmaktadır. İşbölümü esasına dayanan bir toplum tasarımı ortaya koyan Platon, insan doğasını altın, gümüş ve demir ya da tunç diye sınıflandırır ve insanların mutlu olmaları için tasarladığı ideal toplum ve devlet düzenini de sınıf ayrımına dayandırır. Nitekim Platon’a göre sınıf ayrımı gereği herkesin anladığı ve doğasına uygun işi yapması durumunda o toplum ve devlette adalet sağlanır. Devlet diyalogunda sınıf ayrımını dikkate alarak yöneten ve yönetilenlerin kimler olacağına dair ideal bir yönetim sistemi teklif eden Platon, politika felsefesine ilişkin kaleme aldığı diğer diyaloglarında da yönetim biçimlerinden söz etmektedir. Platon’un, felsefenin pratik alanındaki yani bilhassa politika felsefesindeki düşüncelerinin ele alındığı bu çalışmada onun devlet felsefesinde yer verdiği sınıf ayrımı anlayışı ve yönetim biçimlerine dair düşüncelerini, Devlet (Politeia) diyalogu başta olmak üzere Devlet Adamı (Politikos) ve Yasalar (Nomoi) adlı eserleri odağa alınarak bir değerlendirme yapılmaya çalışılmıştır.Öğe An evaluation on the gettier problem in the context of contemporary epistemological perspectives(Beytulhikme, 2020) Düşgün, Cemzade Kader; Çiçek, NuriThe problem of what knowledge is has been one of the most fundamental problems for classical theories of knowledge. What the epistemological conditions that determine the conditions and criteria of the knowledge are necessary for determining the nature of the knowledge. The debates over the answer that knowledge is the justified true belief have been highly influenced by the counter-arguments put forward by Gettier. The main reason for the continuation of the discussions is that the truth brings some metaphysical problems when analyzed epistemically. Such metaphysical problems have made the meaning of the concept of truth even more problematic. Therefore, all the claims regarding truth are intertwined with the answers given about what the knowledge is. But the truth is not a sufficient condition for knowledge and brings about the question of what the criterion of justification particularly can be fulfilled. In this regard, the research aims to discuss the Gettier problem with regard to contemporary epistemological perspectives.Öğe XV. Yüzyıl Osmanlısında hakikate aşkla bir yolculuk: Yûsuf Hakîkî’de felsefe, akıl ve aşk(Aksaray Üniversitesi, 2020) Ovacık, Zübeyirİnsani varoluşun bilinç düzeyindeki farkındalığına katkıda bulunan çeşitli tecrübe alanlarından söz etmek mümkündür. Bu anlamda beşerî tecrübe, kendisini sanat, bilim, felsefe gibi düşüncenin farklı biçimleriyle görünür kılabilmektedir. Bunların içerisinde özel bir düşünme biçimi ve ürünü olarak felsefi düşüncenin çok katmanlı ve çok boyutlu bir yapı sergilediği dikkate alındığında düşünce tarihinin her aşamasında felsefi düşüncenin gelişim seyrini izlemek önem arz etmektedir. Bu çalışmada XV. yüzyıl Osmanlı dünyasının bir düşünürü olarak Yûsuf Hakîkî (ö. 892/1487)’nin düşünce dünyasında felsefenin nasıl konumlandırıldığı tartışılmaktadır. Böylelikle, Yûsuf Hakîkî örneğinden hareketle, Türk-İslam düşüncesi açısından önemli bir tarihsel aşamayı temsil eden Osmanlı döneminin düşünsel yönelimine dikkatleri çekmeyi amaçlamaktadır. Tasavvuf düşüncesi geleneği içerisinde düşünce üretmiş olduğu görülen Yûsuf Hakîkî’nin Hakîkî-nâme ve Mahabbet-nâme adlı eserlerine dikkatler çevrildiğinde onun akıl ve aşk kavramlarına merkezi bir yer verdiği görülmektedir. Bu çerçevede çalışmada Yûsuf Hakîkî’nin felsefeyi nasıl anlamlandırdığı ele alınmakla birlikte onun hakikat arayışında akıl ve aşk kavramlarının nasıl konumlandırıldığı da tartışılmaktadır. Çalışma, Yûsuf Hakîkî’nin akıl ve aşk ekseninde ortaya koyduğu normatif değerlerin salt bir tasvirinden ziyade, bu değerlerin çağdaş düşünceye seslenecek şekilde dinamik bir yapı içerip içermediklerini sorgulamaktadır. Böylelikle Yûsuf Hakîkî’nin fikirlerinin günümüz Türk İslam düşüncesi açısından ne anlam ifade ettiğini tartışmaya dâhil etmek de çalışmanın amaçları arasında yer almaktadır.Öğe İbn Sînâ’da ‘iyi’liğin ve kötülüğün ontolojisi(Aksaray Üniversitesi, 2018) Ovacık, Zübeyirİyilik ve kötülüğün neliği üzerine yoğunlaşan felsefî bir soruşturma, felsefî düşüncenin en soyut tartışma alanlarından birisini oluşturmaktadır. Bu çalışma, insanın ahlâkî eylemleriyle ilişkilendirilebilecek bir iyilik ve kötülük tartışmasından daha ziyade, iyilik ve kötülüğün ontolojik boyutlarına, bir başka ifadeyle iyilik ve kötülüğün metafizik temellerine ilişkin bir tartışmayı İbn Sînâ örneğinden yola çıkarak sürdürmeyi amaçlamaktadır. Felsefî düşünüş biçiminin İslâm kültür havzasındaki en yetkin temsilcilerinden biri olarak İbn Sînâ, iyilik ve kötülük problemini, daha kuşatıcı bir perspektifi dikkate alarak zihinsel soyutlamanın en üst düzeyde gerçekleştiği metafizik disiplini çerçevesinde ele almaktadır. Bu doğrultuda iyilik ve kötülük meselesini Tanrı-evren ilişkisi açısından da tartışan İbn Sînâ, Tanrı ile iyiliği özdeşleştirirken, kötülük ile de yokluk kavramını yan yana getirmektedir. Böylelikle İbn Sînâ, iyiliğe ontik bir karşılık tayin ederken, kötülüğü yokluk kavramı çerçevesinde ele almaktadır. İyilik ve kötülüğe dair bir soruşturmayı varlık ve yokluk kavramları ekseninde yürütmekte olan İbn Sînâ, iyilik ve kötülüğün insani düzlemde nasıl ortaya çıktığı ve nasıl algılandığıyla da ilgilenmektedir. İslâm felsefesine asıl rengini veren Meşşâî geleneğin sistematik ismi olan İbn Sînâ’nın iyiliği ve kötülüğü Aristotelesçi bir bakış açısının yanı sıra, hangi felsefî okul veya düşünce geleneği çerçevesinde tartıştığının izlerini sürmek, mevcut çalışmanın hedefleri arasındadır.Öğe Dolaylı yoldan doğrudan bakışa "İnsan felsefesi"(Aksaray Üniversitesi, 2015) Çiçek, NuriYazarın önsöz‘de belirttiği üzere eserin amacı felsefe tarihindeki insan ile ilgili değerlendirmeleri ele almak ve bağımsız bir problem alanı olarak insan probleminin şekilleniş sürecini değerlendirmeye çalışmaktır.
- «
- 1 (current)
- 2
- 3
- »