Makale Koleksiyonu

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Güncel Gönderiler

Listeleniyor 1 - 20 / 119
  • Öğe
    Ağalık Devri sona ererken Aksaray’ın idaresine dair 1857 tarihli bir arşiv belgesi ve düşündürdükleri
    (2022) Aygün, Necmettin
    Osmanlı Devleti’nin, güvenlik hususu başta olmak üzere tarım üretiminin ve asker temininin bel kemiği olan tımar sistemi, bilhassa mirî (devlete ait) topraklardan elde edilen tarım gelirlerinin devlet tarafından “askerî”lere1 (ehl-i örf mensuplarına) tımar olarak tahsis edilmesine dayanmaktaydı. Tımarlı sipahi köyde yaşar, tarımsal verimi düzenlemeye veya arttırmaya göz-kulak olur, öşür başta olmak üzere köylünün devlete vermesi gereken vergileri toplar, maaşını köy gelirlerinden alır, güvenliği sağlar, kamu yatırımlarına öncülük eder ve savaş zamanı geldiğinde de sefere iştirak ederdi. Böylelikle devlet, hem tarımsal üretimi hem de savaşacak insan gücü (sipahi) ihtiyacını teminat altına almış olurken ilave bir memura ihtiyaç duymadan vergilerini de toplardı. Başta tımar sisteminin hükmünü kaybetmeye başlaması olmak üzere, zamanla değişen şartlara2 bağlı olarak 1600’lü yılların ikinci yarısından 1840’lara kadar sancakbeylerinin yerlerini “mütesellim” denilen kimseler almaya başlamıştır3 . Bu dönem, aynı zamanda taşrada merkezi temsil eden alaybeyi, sancakbeyi ve beylerbeyi (vali) gibi üst düzey ehl-i örf mensuplarının bağımsızlıklarını giderek yitirmeye başlamalarına karşılık gelmektedir. Bu gelişme yereldeki ayan ve eşrafın taşrada yetki sahibi olmalarına imkân vermiştir. Bunlardan biri Ateşoğulları sülalesidir. Sülale, bazen sancakbeyi yerine bakan mütesellim göreviyle, genellikle de ayan statüsü ile 1770’lerden 1860’lara kadar Aksaray’ın yönetiminde doğrudan etkili olmuştur. Ateşoğlu Abdurrahman Ağa 1780’de doğmuş olup, Deveciyan Mahallesi nüfusuna kayıtlıdır. Babası da Aksaray’ın önde gelen idarecilerinden olup 1770’lerde ayanlık görevi bulunan biridir. Aksaray’da, oğul Abdurrahman Ağa’nın etkinliği, 1810’lu yıllarda öne çıkmaya başlamıştır. Aksaray ve çevresinin en etkin yerel şahsiyeti olması nedeniyle, 1828- 29 Osmanlı-Rus Harbine çağrılmıştır.
  • Öğe
    XIX. yüzyılda avrupalı seyyahların gözünden Tebriz
    (Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, 2024) Bal, Gülten; Soofizadeh, Abdolvahid
    In the XIXth century, the Iranian lands under the rule of the Qajar State, and thus the Azerbaijan Province, attracted the attention of Russia and Europe due to political, military and economic developments. The city of Tabriz, which was located on the route of the historical Silk Road and was a stop on the road that carried commercial goods between Asia, Ottoman lands and Europe, was also a political center due to its position as the office of the crown prince. In this century, many foreigners traveled to Iranian lands for political, economic, military, commercial, etc. reasons and conveyed the impressions they gained as a result. In our study, it is aimed to draw the profile of Tabriz, one of the metropolises of Iran, in the narratives of some foreign travelers who visited Iran and Azerbaijan for various reasons in the XIXth century and wrote about what they saw and experienced during these trips.
  • Öğe
    Tahrir Defterlerine göre Bosna Sancağında madenler (1468-1489)
    (Özgür Türker, 2024) Keleş, Adem
    İktisadi hayatın temelini oluşturan sanayi ve ticaret, madenlerin keşfi ve teknik usuller içinde işletilmesiyle ortaya çıkmıştır denilebilir. O nedenle sanayinin ve ticaretin hammaddesi olan madenler gerek eski dönemlerde gerekse günümüzde devletlerin gelişmesinde önemli bir role sahiptirler. Öyle ki maden bakımından zengin olmayan devletler, daima başka devletlere muhtaç olduklarından gelişme ve kalkınma yönünden güçlükler yaşayabilmektedirler. Bu durum devletlerin başarıya ulaşmalarına engel dahi teşkil edebilmektedir. Ancak toprakları maden bakımından zengin olan ülkeler, iktisadî kalkınma yönünden diğer devletlere nazaran tabii bir imtiyaza sahip olduklarından gelişme ve kalkınma açısından başarıya daha rahat ulaşabilmektedirler. Osmanlı Devleti de çağdaş devletlere kıyasla zengin sayılabilecek maden kaynaklarına sahipti. Özellikle Balkanların fethiyle birlikte maden zenginliği daha da artmış ve çeşitlenmiştir. Madenlerdeki bu çeşitlilik ve zenginlik Osmanlı Devleti’nin gelişmesine ve kalkınmasına olanak sağlamıştır. Ayrıca başta altın, gümüş ve bakır olmak üzere madenler Osmanlı Devleti’nin ihtiyaç duyduğu nakit para ihtiyacının büyük bir kısmını karşılamıştır. Bu sayede Osmanlı Devleti gerçekleştirmesi gereken başta askeri organizasyonlar olmak üzere birçok organizasyonu rahatlıkla yerine getirebilmiştir. Madenler diğer devletler gibi Osmanlı Devleti için de büyük bir önem arz ettiğinden maden ocaklarının işletilmesinde ve maden ocaklarında istihdam edilecek reayanın belirlenmesinde oldukça hassas davranmıştır. Bunun için madenlerle ilgili sık sık kanunnameler düzenlemiş, düzenlenen bu kanunnamelerle maden ocaklarında çalışan reayanın sosyal yaşantıları, yükümlülükleri, devletle olan ilişkileri, maden cevherinin çıkarılması, ayrıştırılması, vezn olunup çeşitli kurumlara gönderilmesi ayrıntılı bir şekilde belirlenmiştir. Kanunnamelerde ayrıca madenci reayaya cem-i avarız ve divaniyeden muaf tutmak gibi bir takım mali muafiyetler tanınmış, kendilerine askeri ve sivil idarecilerin müdahale etmesi yasaklanmış ve bu kişilerin mesleklerini varislerine aktarmalarına imkân tanınmıştır. Osmanlı Devleti madenlerin korunmasına da hassasiyet göstermiş, çoğunluğu ana yollardan uzak dağlık ve ormanlık alanlarda bulunan madenlerin korunması için buralara muhafızlar atamış, bunların yetersiz kaldığı durumlarda ise mortoloslar, yayalar ve yörükler gibi ordunun geri hizmetinde olanlar da bu işe memur edilmişlerdir. Osmanlı Devleti’nin Balkanlarda zengin maden yataklarına sahip olduğu yerlerden birisi de Bosna sancağıdır. Bosna’nın 1463 yılında fethedilmesiyle birlikte Bosna toprakları içerisinde bulunan Foyniçe’de altın ve gümüş Drina’nın sağ tarafında bulunan Boroviç, Hrançi, Olofça ve Kreşova’da gümüş, Celahirnovik, Brodar, Vşegrad, Varoş, Bosovaç, Şirik, İstrojniçe, Has, Viçerçika, Vilaçik ve Demirci Bazarı’nda demir, Nefs-i Bazar-ı Olofça, Kroşeva, Devline-Podgardiye, Çaçal’da kurşun, Koblağlak, Vimelselik, Lepunç, Görne-Padra, Dolne-Padra ve Lunpiç’de de kömür madenleri Osmanlı Devleti tarafından işletilmeye başlanmıştır. Osmanlı Devleti bu madenleri işletirken mevcut maden kanunlarına çok fazla müdahale etmeden kendi sistemine uyarlayarak işletmeye devam etmiştir. Bu çalışmada Tapu Tahrir Defterleri ile telif eserlerden istifade edilerek Bosna sancağındaki maden çıkarılan sahalar ve bu sahaların işletilmesinde takip edilen usullerin yanı sıra madenci reayanın statüleri üzerinde durulmuştur.
  • Öğe
    Paşa'nın Paşası: Eşkiya tenkili, İstiklal yetkisi ve Palaslı Mehmet Paşa
    (Özgür Türker, 2024) Şimşek, Eyyub
    Mehmet Hakkı Paşa, 1795 senesinin son gününde istiklâl yetkisi ile Rumeli valiliğine ilk atandığında maiyeti de aynı anda teşkil edilmişti. Palaslı Mehmet Paşa, Hüseyin Paşa ile birlikte dağlı eşkıyası ile mücadele için oluşturulan bu maiyetin en rütbelisi idi. Hakkı Paşa’nın başını çektiği organizasyonunun da sahadaki en kritik mevkiini işgal ediyordu. Vazifesinin ilk zamanlarında takdire şayan işler de yapmıştı. Fakat kısa bir süre sonra Palaslı Mehmet Paşa’nın eşkıya ile ünsiyeti olduğuna dair ciddi şüpheler ortaya çıktı. Böyle bir durumda Hakkı Paşa’nın istiklâl yetkisini kullanarak onu derhal azletmesi beklenirdi. Bunu yapmaya yetkisi olmasına rağmen paşa, sorumluluğu bir türlü üstüne almak istemedi. İstanbul’u bu işin paydaşı olması noktasında aylarca ikna etmeye çalışsa da merkezi hükûmet, asla yanaşmadı. Tabii olarak bir süre sonra Rumeli valisi ile İstanbul arasındaki ilişkiler gergin bir hal almaya başladı. Nihayet bu süreç, doğrudan olmasa da dolaylı bir şekilde paşanın valiliğe dair isteklerinin kabulünü olumsuz etkiledi ve vazifeden el çektirilmesine katkı sağladı. Bu çalışma, Hakkı Paşa’nın Rumeli valiliğinin ilk dokuz ayını meşgul eden azletme krizini istiklâl yetkisi merkezli olarak incelemeye odaklanmıştır.
  • Öğe
    Bilici, Faruk. Le canal de Suez et l’Empire ottoman. Paris: CNRS Éditions, 2019
    (Burhan ÇAĞLAR, 2024) Şimşek, Eyyub
    Osmanlı hâkimiyetindeki Mısır topraklarında Süveyş Kanalı’nın açılmış olması, Ortadoğu modern tarihinin en mühim hadiselerinden biri olarak kabul edilir. Her ne kadar kanal üzerinde İngiltere ile Fransa arasında siyasî ve ticarî rekabet yaşanmışsa da bu gerçek, tarih yazımının kanalın açılışını bu rekabetin bir sonucu olarak ele almasını meşru kılmaz. Faruk Bilici’nin Le canal de Suez et l’Empire ottoman isimli çalışması bu perspektifin değişmesi gerektiği yönünde somut bir kanıt olarak belirir ve Osmanlı kaynaklarının kanalın serencamını anlamada ne kadar faydalı olabileceğini göstermesi literatüre ciddi bir katkı olarak değerlendirilmelidir.
  • Öğe
    Dağlı eşkıyasıyla mücadelede ayanların rolüne bir örnek: Edirne ayanı Eyyub Ağa (1796)
    (Karadeniz Teknik Üniversitesi, 2023) Şimşek, Eyyub
    Bu çalışma, Edirne Şer’iye Sicilinden yola çıkarak 1796 yılında Rumeli’de eşkıyaya karşı girişilen büyük operasyon esnasında vilayet merkezi konumundaki Edirne’nin ayanı Eyyub Ağa’nın bir aylık masraf kalemini ele alıp, onun bu esnada oynadığı önemli role odaklanır. Eyyub Ağa, gündelik hayatında sadece askerî değil, sivil işlerle de meşgul olmak zorundaydı; ama bu onu eşkıya ile başa çıkmada Rumeli valisinin koordinasyonunda kritik bir konumda yer almasını engellememişti. Bu çalışmada Onun üstlendiği bu rol üzerinden de Osmanlı Devleti’nin o dönemde benimsediği adem-i merkeziyetçi yönetim anlayışını, İstanbul’un pratik ve pragmatik şekilde kullanma çabasına da değinilecektir.
  • Öğe
    Floods of Gediz River and Disaster Management (1860-1901)
    (E.U. Printing and Publishing House, 2023) Satılmış, Selahattin; Acar Kaplan, Keziban
    In ancient times, when the measures taken against natural events were much more limited, the rivers overflowed relatively more frequently and caused significant damage to their surroundings. One of the rivers that overflowed frequently in the 19th century was the Gediz River, which took its source from the mountains to the east of the town of Gediz in Kutahya and flowed into the Aegean Sea after traveling 275 km. Between 1860 and 1901, it is known that there were about twenty floods in the main bed of the Gediz River and some of its branches feeding this stream. Those floods resulted in damage to people, animals, settlements, agriculture, commerce, transportation, communication, businesses and Izmir Port and thus caused huge economic loss. Ottoman government and local administrations took some important measures to minimize negative impacts of the floods of the Gediz River and initiated some aid programs to heal the wounds of the flood victims. Based on the analysis of some archive documents and newspapers of that time, this study aims to explain causes, results, and impacts of the floods of the Gediz river and comment on how Ottoman central and local authorities dealt with them.
  • Öğe
    Rumeli Valisi Mehmed Hakkı Paşa’nın dağlı eşkıyası Mehmed Sinab ile mücadelesi (1796)
    (İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi, 2023) Şimşek, Eyüp
    On sekizinci yüzyıl sonlarında Rumeli’yi kasıp kavuran ve Osmanlı idarecilerini uzun süre meşgul eden Dağlı gailesine son vermek isteyen III. Selim, 1796’da Mehmet Hakkı Paşa’yı tam yetkiyle Rumeli valisi olarak atar. Bürokrat kökenli olan Hakkı Paşa, bu zorlu görevin üstesinden gelebilmek ve otoritesini ispatlamak için öncelikle Sinab gibi şöhretli bir eşkıyayı ortadan kaldırmayı hedefledi. Harekete geçmeden önce detaylı planlanan operasyon hazırlıkları sırasında birçok sosyal, askeri ve ekonomik problemlerle karşılaşıldı. Bu çalışma, operasyonun detaylarını ve bir Osmanlı paşasının eşkıyalıkla mücadelesinin çeşitli evrelerini ve siyasi arka planını aydınlatmaya çalışmaktadır. Temel gaye, Sinab ve Hakkı Paşa örneği üzerinden, eşkıyaya karşı yürütülen teşebbüsün aynen askeri seferlerde olduğu gibi siyasi destek, lojistik, stratejik planlama ve koordinasyonun önemi ile asker sevkine doğrudan bağlı olduğunu göstermeye çalışmaktır. Ayrıca, eşkıya ile mücadelede başarının sorumlu devlet adamının tecrübesiyle alakalı olduğuna değinilecektir. Hakkı Paşa’nın aldığı eşgüdümlü askerî ve sosyal tedbirler ile bu doğrultuda yaptığı hazırlıkları, benimsediği stratejiyi ve bu süre zarfında merkezi hükumetle olan ilişkisini ele almaktadır. Bu minvalde günümüz tarih yazıcılığının bu döneme dair eşkıya faaliyetleri merkezli çalışmalarından farklı olarak eşkıyanın karşısında yer alan paşanın faaliyetleri ele alınacaktır. Böylece eşkıya ile mücadelede neredeyse büyük bir askerî seferi aratmayacak düzeyde bir organizasyonun gerçekleştirildiğini göstermeye gayret edilecektir.
  • Öğe
    Osmanlı Şehri Neresi?: Fıkhın Şehri Tanımlamada ve Finâ’nın Şehrin Sınırlarını Belirlemedeki Yeri
    (Burhan ÇAĞLAR, 2023) Açık, Turan
    Osmanlı şehri hakkında bu zamana kadar hatırı sayılır bir literatür oluşmuş, fakat hâlâ şehrin tam neresi olduğu, sınırları ve aslî hüviyeti ortaya çıkarılamamıştır. Sosyo-ekonomik perspektif ve “ilerlemeci tarih algısı”yla incelenen şehir, Marksist ve liberal modernleşme kuramları çerçevesinde ve tahrir defterlerinin temin ettiği verilerin de yardımıyla iktisadî bir birim olarak değerlendirilmiştir. Bu ise anakronik tespitleri beraberinde getirmiştir. Eldeki çalışma, bizzat Osmanlıların şehirlerini hangi ilim çerçevesinde anlamlandırdıkları sorusundan hareketle, modern araştırmacının uzaktan baktığı şehri görünür kılmayı hedeflemektedir. Bunun için de şehri bütünüyle görebilmeyi temin edecek bir metot öne sürülecektir. Küllî bir ilim olarak fıkhın şehrin bütününü görebilmekteki işlevselliği, tahrir defterleri ve şer‘iyye sicillerinin mukayeseli vaziyette okunması, bu metodun iki mühim dayanağı olacaktır. En nihayetinde, “nefs”i (evlerin toplamı) ve “finâ”sı (avlusu) da hesaba katılarak daha bütüncül bir Osmanlı şehir tarihi yazımının imkânları üzerine düşünmenin yolu açılmaya çalışılacaktır.
  • Öğe
    Kerim Devletin duacıları ve/veya Osmanlı İmparatorluğu’nda sosyal yardım uygulaması olarak Duâgûyân Maaşı
    (Özgür Türker, 2023) Açık, Turan
    Hayırseverlikle ilgili faaliyetleri yakından incelemek toplumları tanımak ve anlamak bakımından işlevseldir. Böylece bireylerin, toplumların ve devletlerin karakterine yakından bakma olanağı temin edilebilmektedir. Bu makalede Osmanlı İmparatorluğu’nda bir “kerîm devlet” uygulaması olarak görünen duâgûyân ve ulufeleri meselesi ele alınacak; böylece Türk devletinin ve toplumunun bilhassa olağanüstü durumlarda ortaya çıkan yardım seferberliği refleksinin tarihsel köklerinden küçük bir kesite yer verilecektir. Bu istikamette pergelin ayağını sabitleyebilmek için bilhassa Trabzon şer‘iyye sicillerinde yer alan duâgûyân üzerinde durulacak ve yeri geldiğinde perspektifi genişletebilmek amacıyla Osmanlı arşivindeki diğer belge koleksiyonlarına müracaat edilerek imparatorluğun başka bölgelerinden örnekler verilecektir. Duâgûyân, günlük mesainin başlaması sırasında ve belirli merasim ile ritüeller esnasında duruma uygun dua okuyan kişilerdi. Bunun yanında, zamanla, devletin bekası için ya da daha doğru bir tabirle padişahın devletinin ve ömrünün devamı için dua eden kişilerden ibaret bir taife de ortaya çıkmıştı. Duagûlûk vazifesinin en yaygın uygulandığı alan vakıflardı. Bilhassa günlük geçimini temin edemeyen Osmanlı tebaasının maaşa bağlanması, 17. yüzyıldan önce “adalet dairesi” formülünce bir ülkede geçerli düzeni korumak için aile/tebaasının refahını/geçimini sağlamakla yükümlü “kerim devlet”e karşılık geliyordu. Osmanlı tarihçileri, imparatorluğun, yardım politikaları çerçevesinde nasıl kavramsallaştırılabileceğini tartışmışlardı. “Refah devleti”, “refah toplumu” gibi kavramların Osmanlı İmparatorluğu’na ne kadar uyup uymadığının tartışıldığı bu makalede öncelikle, şer‘iyye sicillerinden ve diğer arşiv belgelerinden bulunan örnekler nispetinde imparatorluğun geleneksel yardım politikalarını en iyi “kerîm devlet” kavramının karşıladığı ortaya çıkıyordu. Dinî duyguların ve geleneksel siyaset tarzının baskın olduğu bu vazifenin muhtevası ve devletin buna bakış açısı 17. yüzyılda değişecekti. Osmanlı İmparatorluğu’nun bir kriz dönemine girdiği bu yüzyılda, duâgûyanın sayısı da artmaya başlamıştı. Aynı dönemde duâgûyân artan sayılarda mukataalardan, dolayısıyla hazineden maaş almaya başlamıştı. Bu dönem bir taraftan da mali bürokrasinin baskın hâle geldiği tüzel kişiliğe sahip yeni bir devlet formunun ortaya çıktığı ve geleneksel bütüncül iktidar biçimin padişah ve bürokrasi arasında parçalanmasıyla ortaya çıkan sekülerleşme emarelerinin göründüğü bir süreçti. İşte bu sekülerleşme ve kriz döneminde duâgûyân maaşları, artan oranlarda padişahın meşruiyet kaygısı ve devletin sosyal alana daha çok müdahale etme ihtiyacı ile alakalı hâle geldi. Bu nedenle Osmanlı İmparatorluğu’nda 18. yüzyılın ikinci yarısı ve bilhassa 19. yüzyılda ortaya çıktığı ifade edilen sosyal devlet uygulamalarının, aslında 17. yüzyılda kısmî örneklerine rastlamak mümkündü. Makalenin ikinci kısmında, yine şer‘iyye sicillerinden, mühimme defterlerinden ve Osmanlı arşivindeki diğer belge serilerinden elde edilen örneklerle bu konu temellendirilmeye çalışılmıştır. En nihayetinde 17. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nun krizden çıkma çabalarını, devletin erken modern bir tavırla sosyal alanı daha çok kontrol altında tutma gayreti ile okumak da bir seçenek olarak belirmiştir.
  • Öğe
    Kaçarlar devrinde meclis’in topa tutulması hadisesi (1908)
    (Özgür TÜRKER, 2023) Soofizadeh, Abdolvahid
    XVIII. ve XIX. yüzyıllar dünya tarihinin en çalkantılı dönemlerinden biridir. Bu yüzyıllarda, İran’da, çağdaş ülkenin, İran’ın yapısını temelden değiştiren, Kaçar hanedanı hüküm sürdü ve bu dönemde çeşitli siyasi-sosyal gelişimler meydana geldi. Feth Ali Şah döneminde, Kaçarlar ile Çarlık Rusya arasında meydana gelen savaşlarda Kaçar Devleti’nin başarısızlıkları, devlet adamlarının eksikliğini ortaya çıkardı. Meydana gelen değişimler geleneksel yaşam tarzını sürdüren Kaçarlar ve komşusu durumda bulunan Osmanlı Devleti’ni modernleşmeye zorladı. Hatta siyasi, sosyal ve ekonomik alanda gerçekleşen bu değişimler iki devleti dönemin büyük güçleri ile ilişkilerini geliştirmeye mecbur bıraktı. Kaçar ve Osmanlı Devleti tarihleri, muhtelif etkenlerden dolayı iç meselelerde hemen hemen aynı kaderi paylaşmışlardı. İki devletin yaşadığı benzer süreçlerden birisi de meşrutiyetin ilanıdır. Kaçar Devleti’nin başına geçen Muzaffereddin Şah, istemeyerek de olsa meşrutiyet fermanını imzalamıştı. Yeni düzende halk, milletvekillerini seçebilecek ve meclis faaliyette bulunabilecekti. Ancak meşrutiyet fermanının imzalanmasından birkaç gün sonra vefat eden Muzaffereddin Şah’ın yerine geçen Muhammed Ali Şah, iktidarının sınırlanmasını kabul etmeyerek meşruti yönetime cephe almış ve daha da ileri giderek Rus General Liakhov’un desteğiyle meclisi topa tutmuştu. Bu olaylar yaşanırken meşrutiyete karşı Çarlık Rusya’sının gizli çabaları gözden uzak düşünülmemelidir. Bu açıdan İran’da yaşanan hadiseler Osmanlı’daki süreç ile benzerlik göstermektedir. 1876’da meşrutiyeti ilan eden II. Abdülhamit, iktidarına gölge düşürdüğü gerekçesi ile kısa bir süre sonra süreci askıya almıştır. Ancak askıya aldığı meşrutiyeti 33 yıl sonra artan muhalefet nedeniyle tekrar yürürlüğe koymak mecburiyetinde kalmıştır. Halk üzerinde oldukça etkili olan ulemanın Kaçarlarda meşrutiyetin ilan edilmesinde büyük rolü söz konusudur. Meşrutiyetin ilanı sonrası meşrutiyet yanlıları kendi aralarında ikiye ayrıldılar. Bir kısmı meşrutiyet ve yeniliklerin taraftarı iken bir kısım da din etkisi altında bir meşrutiyet talep ediyorlardı. Bunlar daha sonra “Meşruacılar” olarak meşrutiyet tarihinde yerlerini alacaklardı. Hatta ilk mecliste partiler gurupların etkisi altında kalarak birbirinden ayrıldılar. Meclisi ortadan kaldırmaya karar veren Muhammed Ali Şah, dış güçlerin desteğiyle 23 Haziran 1908’de meclisi topa tutma fırsatını elde etmiş oldu.
  • Öğe
    Selçuklu Devleti Döneminde Horasan'ın önemi
    (Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, 2023) Soofizadeh, Abdolvahid
    Horasan bölgesi Orta Çağ'da İslâmiyet'in yayıldığı bir coğrafya olarak önem arz etmektedir. Özellikle X. asırdan itibaren Hazar Denizi çevresi ve Mâverâünnehir dolaylarında yaşamakta olan Oğuz/Türkmenlerin İslâmiyet ile tanışmalarının ardından eski Horasan bölgesine doğru yoğun bir göç hareketi başlamıştır. Bu bölgeler o sırada Gazneli Devleti'nin etki sahasında idi. Bir yandan Karahanlılar, Sâmânoğulları (Sâmânîler), diğer yandan Gazneliler ve Selçuklu Devleti'nin kurucusu olan Oğuz Türkmenleri farklı stratejiler izleyerek Horasan bölgesine hâkim olmaya çalışmışlardır. Abbâsîler döneminde İslâm'ın bölgeye gelmesinin ardından Horasan bölgesi içerisinde yer alan Merv, Herat, Nîşâbur gibi şehirler neredeyse Bağdat kadar önemli birer Orta Çağ İslâm kentine dönüşmüşlerdi. Özellikle Büyük Selçuklu Devleti'nin kuruluş sürecinde Horasan bölgesi ekonomik, kültürel ve siyasi açıdan önemli bir ağırlık merkezi hâline geldi. Daha önceden yerleşik hayata geçmiş olan Horasan halkı İslâm'ın gelmesiyle birlikte temelde sosyal bir değişim yaşadı. Horasan bölgesi halkı sosyo-kültürel bakımdan ikinci bir değişim dalgasını Oğuzların (Türkmenlerin) bu bölgeyi ele geçirmesiyle yaşadı. Horasan bölgesinin siyasi açıdan ne derece önemli olduğu, bu bölgeye Çağrı Bey, Alparslan ve Sencer gibi önemli hanedan üyelerinin atanmasından anlaşılmaktadır. Coğra? olarak bakıldığında Nîşâbur başta olmak üzere Merv, Tûs gibi bilim dünyasının önemli şehirlerini bünyesinde bulunduran Horasan bu bakımdan da ayrı bir öneme sahipti. Ekonomik olarak bakıldığında ise İpek Yolu'nun bir kısmının da bu bölgeden geçmesi Horasan'a yine önemli bir nitelik katmıştır.
  • Öğe
    Osmanlı iktidarına muhalefette câmi ve hutbe (16. yüzyıl)
    (Abidin Temizer, 2023) Açık, Turan
    Kuruluştan itibaren meşru bir siyasi yapı inşa eden Osmanlıların “tarihî güç mücadelesinin yoğunlaştığı kritik bir coğrafya”daki var olma mücadelelerinin en mühim ayağını meşruiyetin muhafazası teşkil ediyordu. Sünni bir imparatorluğun meşruiyetinin müşahhas formu, cuma namazı ve hutbede sultan ve ilk dört halifenin isimlerinin zikredilmesiydi. Osmanlı padişahına tabiiyetin göstergesi ve hâkimiyet simgesi olan cuma camileri, aynı zamanda “Memâlik-i Mahrûse-i Şahâne”deki nizama işaret ederdi. 16. yüzyılda Safevilerin ortaya çıkışı ile birlikte Osmanlı iktidarına karşı Safevi taraftarı kendi tebaasından ciddi bir tehdit baş gösterecekti. Safevilerle beraber siyasallaşan heterodoksi, bu yüzyılda, cuma namazına ve Hulefâ-i Raşidin’in isimlerinin hutbede zikredilmesine muhalefet etmişlerdi. Safevilerin Osmanlı tebaası üzerindeki propagandalarını ve “ilhad”ın siyasallaşmasını engellemek için bilhassa Yavuz Sultan Selim döneminden itibaren “Sünnilik” bir “devlet politikası” olarak daha hassas vaziyette muhafaza edilmeye çalışıldı. Kanuni dönemine gelindiğinde, 1537’de bütün köylere varana kadar cami inşa edilmesini buyuran bir ferman gönderildi. Camilerde cuma namazına gidip hutbede Raşid halifelere ve padişaha tabiiyetini bildiren cemaat, merkezî otorite ile aynı metafizik bağlama yerleşiyor, ayrıca siyasallaşıyordu. Bu dinî ve siyasi muhtevalı cemaatten (ehl-i sünnet ve’l-cemaat) ayrılmak “ilhad”, bunun siyasallaşmış biçimi ise “rafz” olarak nitelendiriliyordu. “İlhad” daha çok meselenin itikadi boyutuna, “rafz” ise siyasi veçhesine taalluk ediyordu. Mühimme defterlerinden takip edilebilen bu muhalefet, 16. yüzyıl ilerledikçe Rafızilik, bununla bağlantılı kayıp Mehdi inancının getirdiği protest siyasal duruş ve konargöçer unsurların yerleşik nizama karşı gösterdiği tepkinin terkibinden kaynaklanan muhalefetlerle çeşitlendi. Celâli isyanları döneminde ise Kalenderoğlu Mehmed örneğinde cuma namazına ve hutbeye karşı tavır, başlangıçta Kızılbaş olmayan Mehmed’in Kuyucu Murad Paşa’ya yenilmesi ve İran’a kaçması akabinde Kızılbaşlığı kabul etmesi ile neticelendi.
  • Öğe
    Mısır halkı üzerinde Türk hâkimiyeti: 1250-1517 Memlûkler Dönemi
    (Gaziosmanpaşa Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2023) Gezen, Nihal
    Ortaçağ Türk-İslam Devletleri içerisinde en güçlü ve nüfuzlu devletlerden birisini teşkil eden Memlûk Devleti, 1250-1517 yılları arasında Mısır ve Suriye’de hâkimiyet sürmüştür. Bu devlet, sahip olduğu bazı özellikleri sebebiyle Türk-İslam Devletleri’nden farklılık göstermektedir. Memlûk Devleti’ni, diğer devletlerden farklı kılan ve tarihlerini de bir bakıma ilgi çekici yapan sebepler ise; öncelikle onların, Sultanlık makamı gibi devletin üst düzey görevlerinde yer almalarından önceki süreç içerisinde, köle kimliğine sahip olmalarıdır. Ayrıca memlûk sisteminin en mütekâmil bir şekilde uygulandığı Memlûk Devleti’nde, saltanat için veraset sistemi yani saltanatın babadan oğula intikali anlayışı bulunmamaktaydı. Son olarak, askeri bir karaktere sahip olan Memlûk Devleti, etnik menşei, dil vs. her bakımdan kendilerinden farklı olan bir topluma, 267 sene hükmedip, esasında ait olmadıkları ancak hâkim oldukları sahaların sosyal, ekonomik ve kültürel bakımlardan gelişimine katkı sağlamışlardır. Biz bu çalışma ile Memlûklerin yöneticisi oldukları Mısır ve Suriye sahasında, yerli halk üzerinde nasıl hâkimiyet ve nüfuz sağladıklarını yöneten yönetilen ilişkisi bağlamında izah etmeye çalışacağız.
  • Öğe
    İktidar ve Ölüm: Memlûk Devleti’nde Sultanların Ölüm Sebepleri Üzerine Genel Bir Değerlendirme (1250-1517)
    (Murat Serdar, 2023) Gezen, Nihal
    Bu çalışmayla, Orta Çağ’ın pek çok açıdan önemli ve güçlü kabul edilen devletlerinden birisi olan Memlûk Devleti’nin, siyasi tarihi bakımından en dikkat çekici konularından birisi olan, Sultanların ölüm sebepleri ve bunun devletin siyasi iktidar ve saltanat anlayışıyla ilişkisine dair tespitlerimizi ve değerlendirmelerimizi aktaracağız. Memlûk Devleti’nde saltanat, bilindiği üzere veraset usulüyle intikal etmediği için her daim Sultan olmak için fırsat kollayan memlûklerin işgaline hazır bir vaziyette bulunmaktaydı. Bu durumda tabii olarak, devletin bekası üzerinde son derece etkili olup, saltanatın elde edilmesi ve Sultanların siyasi kariyerleri ve yaşamlarıyla doğrudan bir ilişkiye haizdi. Memlûk Devletinde Sultanlar, iktidarlarını büyük bir çoğunlukla askeri ve siyasi kabiliyetlerine istinaden elde etmişlerdir. Bu devlette güçlü, maharetli, kuvvetli ve kendisine bağlı çok sayıda memlûğu olan ve memlûkleri kendi siyasi kariyeri için çok iyi kullanabilen Sultanlar, tam manasıyla iktidarın sahibi olabilmişlerdir. Saltanatın askeri ve siyasi liyakate istinaden şekil aldığı bu devlette, doğal olarak Sultanların saltanatları müddetince, saltanat için her daim büyük bir risk söz konusu olmuştur. Bu risk ise, temelde memlûk sisteminin bizzat kendisinden kaynaklanmıştır. Zira askeri karaktere sahip Memlûk Devleti’nin temeli, Abbasi Devleti’nden itibaren, zaman içerisinde kuvvetlenen ve Memlûkler zamanında en mütekâmil haline ulaşan memlûk sistemine dayanmaktaydı. Bu devlette memlûk sistemi, siyasi mücadelelerin aktif olmasına yol açmaktaydı.
  • Öğe
    Büyük Selçuklular Döneminde Azerbaycan
    (Selçuk Üniversitesi, 2023) Soofizadeh, Abdolvahid
    Orta Çağ ana kaynaklarında, özellikle Selçuklu Devleti dönemini araştırdığımızda, Azerbaycan bölgesinin Türkmenler için ne kadar önemli olduğunu görmekteyiz. XI. yüzyılın başlarından itibaren Oğuzların (Türkmenlerin) nüfusunun artması ile sadece İran coğrafyası değil Anadolu toprakları da bu iskân edilecek bölgelerden biri haline gelmişti. Bu yüzden bu bölgelere kalabalık göç dalgalarını zaman içerisinde görebiliyoruz. Aslında Anadolu topraklarına iskân edebilmek ve şayet o dönemin düşüncesinde Bizanslarla mücadele edebilmek için, Azerbaycan bölgesini bir askeri üst bölgesi haline getirebilmenin ne kadar önemli olduğu, daha sonraki süreçlerde etkilerini gösterecekti. Azerbaycan bölgesinin coğrafi ve siyasi bakımından özelliklerini göz önünde bulundurduğumuzda Selçuklu Devleti hükümdarları için bu bölgenin ne kadar önemli olduğunu görebiliyoruz. Bu araştırmada dönemin ana kaynaklarını da inceleyerek Selçuklu hükümdarlarının hem göç politikasında Türkmenleri yerleştirebilmek için, hem de Anadolu topraklarına geçebilmek için Azerbaycan bölgesini nasıl değerlendirdiklerini inceleyeceğiz.
  • Öğe
    1901 Erzurum depremi ve afet yönetimi
    (Selim Hilmi Özkan, 2023) İrkin, Zehra; Satılmış, Selahattin
    Doğu Anadolu ile Kuzey Anadolu Fay zonlarının etkisinde bulunan ve birçok fay hattını barındıran Erzurum, tarihte çok yıkıcı depremlere maruz kaldığı gibi, 8 Kasım 1901 tarihinde de büyük bir deprem yaşamıştır. Deprem, Erzurum’da çok büyük miktarda hasara, can kayıplarına ve binlerce insanın açıkta kalmasına yol açmıştır. Ana deprem sonrasında çok sık ve şiddetli derecede artçı sarsıntıların meydana gelmesi, halkın daha fazla endişe ve korku yaşamasına neden olmuştur. Depremzedeler, vilayet yönetimi tarafından çadırlara ve barakalara yerleştirilmiş ya da hasar almayan köylere gönderilmişlerdir. Bütün afetzedelerin beslenme, yakacak ve diğer ihtiyaçları da giderilmeye çalışılmıştır. Afetzedeler için büyük gayret gösterilmişse de baraka ve çadırlarda yaşayan depremzedeler Erzurum’un şiddetli soğuklarının tesiriyle büyük zorluklara maruz kalmış, hatta salgın hastalıklar baş göstermiştir. Deprem sonrasında hem İstanbul’da hem de Erzurum ve çevresindeki yerleşim birimlerinde yardım kampanyaları başlatılmış, toplanan büyük miktarlardaki paralarla afetzedelerin ihtiyaçları giderilmeye çalışılmıştır. Depremzedelere çeşitli kolaylıklar ve muafiyetler de sağlanarak bu büyük afetin açtığı yaralar sarılmak istenmiştir.
  • Öğe
    12 Eylül Atatürkçülüğünde Milliyetçilik Söylemini Temellendirme Biçimi Olarak Atatürk’ün Bazı Politika ve Pratiklerinin Yorumlanması
    (Mehmet Dursun Erdem, 2023) Şimşek, Şerife
    Atatürk’ün doğum yıldönümü kutlamalarının Atatürk’le ilişkilendirilen her türlü bilgi, ilke ya da yorumun söylem değerini yükselttiği 1981 yılı, anma etkinlikleri vesilesiyle dinamik bir ideolojik kaynak olarak Kemalizm’in o güne ne söylediği ve nasıl uyarlanacağına odaklanan çeşitli perspektifleri görünür kıldı. 12 Eylül’de kullanıldığı biçimiyle Atatürkçülük askeri rejimin muhafazakâr devlet siyasetiyle uyumlu bir ilkeler bütünü olarak görülüp yorumlandı. Müdahaleyi takip eden ilk yıl olan 1981 yılı içinde Atatürkçülüğün umdelerinden milliyetçiliğin resmi söylemdeki tarihsel atıfları makalenin çıkış noktasını oluşturmaktadır. Yazıda atıf yapılan ‘resmi söylem’ ifadesiyle kaynağı devlet ya da başka bir yer olsun birbiriyle örtüşen yorumlar kastedilmektedir. Yazının odağı, resmi yorumu paylaşan ve onu üreten, askeri iktidarın Atatürkçülüğe dayalı temel ilke ve yorumlarına paralel söylem geliştiren aydın ve yazarların milliyetçilik yaklaşımlarıdır. Diğer yandan belirgin bir yorum cephesini oluşturan geleneksel Kemalist kabullere sahip görüşler, hâkim yorumdan çoğu zaman ayrılarak ‘gerçek’ Kemalizm’i anlatma çabasıyla dikkat çekmektedir. Atatürkçülüğün farklı biçimlerinin milliyetçilik bahsi için de geçerli oluşu nedeniyle bu konuda birbirine çeşitli uzaklıkta duran yaklaşımları ana tezler itibariyle görebilmek mümkündür. 12 Eylül’deki yaygın kullanım Atatürkçülüktür ancak Kemalizm de kullanılmaktadır. Metinde yazarlara atıf içeren yerlerde ideolojinin dönemin kalemlerindeki kullanım ve adlandırılışına sadık kalmaya, kişisel değerlendirmelerimde ise Kemalizm tabirini kullanmaya çalıştım. Milliyetçi bilincin geçmişi değerlendirirkenki tutumu, öncelikleri, argümanları dolayımında ‘Atatürk milliyetçiliği’ denilince 1981 tarihselliğine yansıyan resmin özellikleri gösterilmeye çalışılmıştır. Bu amaçla dönemin milliyetçilik söylemlerinin tarihe referans etme biçimlerine bakılmıştır. 12 Eylül’de rejimin ve kültürel seçkinlerin milliyetçi bilincinin başlıca kaynağı Atatürk’ün politika ve pratikleridir. 1923 sonrasıyla birlikte öncesini de kapsayan tarihsel çerçevedeki kimi olay ve olgular anılan dönemin siyasal, ideolojik yargılarını tarihsel olarak onayan, ona geçerlilik kazandıran norm evreni işlevi görmektedir. Bu bağlamda ifade bulan tarih anlatılarının ana temalarını içeren Çanakkale zaferi ve Kurtuluş Savaşı Mustafa Kemal’in askeri başarıları etrafında şekillenen bir tarihtir, aynı zamanda bu evre Kemalizm’in şekillenip topluma ve siyasete ana rengini vereceği Cumhuriyetin ideolojik başlangıcı gibi görülmektedir. 12 Eylül’deki tarih söylemleri açısından Kemalist dönemin İttihatçılık, Panislamcılık ve Pantürkizmden kesin çizgilerle ayrılan politik tutumu, pozitif bir milliyetçiliğin kendi kendini tahdit edici özbilincini gösterir. Bu tahdit içerde ırk ve soy bağından uzak kültürel milliyetçilik şeklinde vücut bulmaktadır. Cumhuriyetin etno-kültürel çerçevesi millilik/Türklük tarafı vurgulanarak teyid edilmektedir. Dönemin Kemalist yazarlarının milliyetçilik perspektifinden yansıyan konular arasında ezanın Türkçeleşmesi bağlamında dini reform ve Kemalizm’in halka ilişkin görüş ve politikaları bulunmaktadır. Halk her şeyin millileştirilmesi azminin yöneldiği hedeflerden biridir.
  • Öğe
    Asurlu Tüccar Aššur-R?’? ve ailesi
    (Aksaray Üniversitesi, 2021) Kuzuoğlu, Remzi
    Milattan önce 1974-1719 yılları arasındaki dönem Asur Ticaret Kolonileri Devri (ATKD) olarak adlandırılmaktadır. Kuzey Mezopotamya’daki Asur Devleti ile Anadolu şehir devletleri arasında yoğun ticari faaliyetlerin yaşandığı bu dönemde; Asurlu tüccarlar beraberlerinde getirdikleri kalay, kumaş ve süs eşyalarını Anadolu pazarlarında satışa sunmuşlar, yüksek kârlarla elde ettikleri kazancı da altın ve gümüş olarak Asur’a taşımışlardır.
  • Öğe
    Kitap değerlendirme: Osmanlıda isyan iklimi erken modern dönemde Celâli İsyanları
    (Aksaray Üniversitesi, 2021) Kaymaz, Bahar
    Osmanlı Devleti’nin 16. Yüzyılın ikinci yarısından sonra yaşadığı sıkıntılara, bunların nedenlerine ve çözümlerine dair çok çeşitli yaklaşımlar geliştirilmiştir. Nitekim Mehmet Öz’ün de belirttiği gibi 1970’li yıllara kadar, XVI. Asrın ikinci yarısında başladığı varsayılan bir “Osmanlı çözülmesi”nden bahseden tarihçiler giderek bu dönemi ifade etmek üzere “buhran”, “dönüşüm” veya “değişim” tabirlerini kullanmaktadırlar. Esasen bir Osmanlı Çözülmesinden ziyade bir değişim ve dönüşümden ve bunun sonuçlarından bahsetmek daha yerinde bir yaklaşım olur. Bu bağlamda özellikle 16. Yüzyılın ikinci yarısından sonra; padişahların yetişme tarzlarının değiştirilmesi, girilen uzun soluklu savaşlar ve bunların ekonomik ve sosyal etkileri, askeri alandaki teknik yetersizlik ile birlikte Avrupa’nın gerisinde kalınması, nüfus artışı ve yaşanan ekonomik kriz gibi sıkıntılar bu değişim ve dönüşümün birer parçasıdır. Bu noktada 1596’da zuhur eden Celâli isyanları, devletin içinde bulunduğu olumsuz şartlar içerisinde yaşadığı sıkıntıların, halka yansımalarının en önemli örneklerinden bir tanesidir. Bu minvalde tanıtımını yapacağımız eser, Osmanlı Devleti’ni bu isyan ortamına sürükleyen sebepleri ve süreci ele alması açısından son derece önemlidir. Nitekim yazar devletin yaşadığı bu büyük çaplı isyanın nedenlerine farklı bir açıdan bakarak iklimin bu süreçte öncü bir rol oynadığını savunmuş, iklim şartlarında yaşanan değişiklikler ve zorkoşulların, uğraşının büyük bir bölümü tarım ve hayvancılık olan topluma yansımalarını göz önüne alarak bu süreci değerlendirmiştir. Bu bağlamda yazar, ilerleyen sayfalarda da görüleceği üzere Osmanlının bu durumunun bir gerileme ve çürüme değil bir dönüşüm olduğunu belirtmiş ve iklimin de bunda öncü bir rol oynadığını savunmuştur.