Cilt 2, Sayı 3, Makale Koleksiyonu

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Güncel Gönderiler

Listeleniyor 1 - 16 / 16
  • Öğe
    Türkiye Cumhuriyeti’nin ikinci nüfus sayımı: 20 İlkteşrin 1935, “Ne Bir Eksik Ne Bir Fazla”
    (Aksaray Üniversitesi, 2016) Tuğluoğlu, Fatih
    Nüfus sayımları, insanlık tarihi kadar eski bir uygulamadır. Bir coğrafyada yaşayan insanların sayısını tespit etmek her zaman idareciler için faydalı bilgiler vermiştir. Modern devlet kavramının ortaya çıkması ile nüfus sayımlarına yüklenen misyon farklılaşmaya başlamış, elde edilen bilgilerden hareketle devletler siyasi ve ekonomik politikalar geliştirmişlerdir. Türkiye’de de benzer amaçlarla uygulanmaya başlanan nüfus sayımları, cumhuriyet döneminde muhtevası farklılaşmış ve düzenli yapılmıştır. 20 Teşrinievvel 1935’de yapılan sayım Türkiye Cumhuriyetinin ikinci nüfus sayımıdır. Bu sayım dış dünyaya Türkiye’nin genç ve bol bir nüfusunun olduğu izlenimi vermenin yanı sıra elde edilecek bilgiler ile ekonomik kalkınmaya destek olacak insan potansiyeli belirlenmek istenmişti.
  • Öğe
    Ermeni Yardımsever Hayır Cemiyeti ve Nizamnamesi
    (Aksaray Üniversitesi, 2016) Aslan, Taner
    Ermeni Yardımsever Hayır Cemiyeti, Bogos Nubar Paşa tarafından 1906 tarihinde Mısır’da kurulmuştur. Cemiyetin amacı, nizamnamesinin birinci maddesinde Ermenilerin maddi ve manevi kalkınmalarını sağlamak şeklinde geçmektedir. Cemiyetin gizli ve açık yürüttükleri faaliyetlerde, gerçek maksadın Osmanlı Devleti’nde isyan ve ihtilaller tertip etmek suretiyle, Doğu Anadolu’da bağımsız bir Ermenistan devleti vücuda getirmek, hiç olmazsa Avrupa devletlerinin gözetim, denetim, yardım ve teşvikleriyle muhtariyet elde etmekti. Çalışmada adı geçen cemiyetin faaliyetleri ve nizamnamesi ele alınmıştır. Ekte nizamnamenin tam metin transkripsiyonu da yapılmıştır.
  • Öğe
    SSCB’nin Azerbaycan’ı işgali
    (Aksaray Üniversitesi, 2016) Ülkü, Topçu
    15. yüzyılın sonlarına gelindiğinde Ruslar, Altınorda Devleti’nin baskısından kurtulmuştu, artık rahat bir şekilde hareket edebilirlerdi. Altınorda Devleti’nin 14. yüzyılın sonunda Timur tarafından mağlup edilmesi, hem Rus hem de Türk tarihinin dönüm noktası oldu. Altınorda, Rusların güçlü bir devlet olarak ortaya çıkmalarına meydan vermedikleri gibi onların amacı olan güneye inme politikalarını engellediler. Ancak Altınorda’nın yerine kurulan hanlıklar aynı görevi yapabilecek güçte değillerdi.1 Orta Asya Türk devletlerinin koruyucusu niteliğinde olan Altınorda Devleti’nin 1502’de iç karışıklıklar nedeniyle yıkılması bütün Orta Asya tarihini etkilemiştir. Böylelikle Orta Asya devletlerinin hepsi işgallere açık hale gelmişti. Daha önce Altınorda Devleti’ne bağlı olan Moskova Knezliği bu durumdan yararlanarak zamanla Rus Çarlığı hâline geldi. Moskova Knezlikleri 15. yüzyılın başından beri Türk toprakları üzerinde hâkimiyet sağlamak için planlar hazırlıyor, bu planlarını hayata geçirmek için fırsat kolluyorlardı. Rusya’yı 1502’den itibaren engelleyecek güç olmaması onun güneye inmesini kolaylaştırdı. Türk hanlıkları kendilerini işgallerden koruyamamıştır. Bu hanlıklardan bir tanesi de Azerbaycan’dır.
  • Öğe
    Josip Broz Tito’nun hayatı ve siyasi faaliyetleri
    (Aksaray Üniversitesi, 2016) Ciba, Hayrettin
    Josip Broz Tito, 1892 yılında Avusturya Macaristan İmparatorluğunun “Kumrovec” şehrinde fakir bir köyle ailesinin çocuğu olarak doğmuştur. 15 çocuklu ailenin 7. çocuğu olarak dünyaya gelen Tito; gençliğinde çilingir çıraklığı, sokak satıcılığı, metal işçiliği gibi farklı işler yapmıştır. J. Broz Tito dünya siyasetinde önemli rol üstlenmiştir. Çeşitli konferanslara katılmış, farklı ittifaklara dâhil olmuştur. Ülkesinin çıkarları doğrultusunda zaman zaman yönünü hem doğuya (SSCB) hem de batıya (ABD ve Avrupa’ya) çevirmiştir. Stalin döneminde SSCB ile ilişkileri bozulmuş, ABD ile yakın ilişkiler kurmuştur. Stalin’in ölümünden sonra gelen Kruschev döneminde SSCB ile ilişkileri düzelmiştir. Josip Broz Tito, dış politikada diğer dünya ülkeleri ile her zaman yumuşak, ılımlı ve barışçıl bir politika izlemiştir. Zagreb şehrinde askerliğini yapan Tito, Bolşevik ihtilali sürecinde Rusya’da iç savaşa katılmıştır. Yugoslavya’ya geri döndüğünde ise Yugoslavya Komünist Partisi’nin kurucuları arasında yer almıştır. Yürüttüğü siyasi etkinliklerden dolayı suçlanmış ve 1928 yılında tutuklanmıştır. Hapisten çıktıktan bir müddet sonra siyasi başarıları sebebiyle Yugoslavya Komünist Partisi genel sekreterliğine getirilmiştir.
  • Öğe
    Arnavutluk Devlet Başkanı Enver Hoca
    (Aksaray Üniversitesi, 2016) Gündüz, Bekir
    Enver Hoca, 16 Ekim 1908 tarihinde Cirokastra’da doğmuştur. Bu tarihlerde, Arnavutluk son derece karışık bir durum içerisindeydi. Ülke, yabancı istilacılar tarafından yakıp yıkılmakta, çeşitli katliamlara ve felaketlere sahne olmaktaydı. Ülkesinin bu durumu Enver Hoca’ya düşmanlarından nefret etmeyi öğretti ve onlara karşı mücadeleye girişmesine sebep oldu. Enver Hoca, bu olaylara tepkisini göstermek amacıyla, henüz 16 yaşındayken, 1924 yılında demokratik harekete katıldı. Bu sıralarda ülke, Kral Ahmet Zogo tarafından yönetilmekteydi ve halk Ahmet Zogo tarafından son derece kötü yönetilmekteydi. Enver Hoca, Ahmet Zogo Yönetimi’nin zulmüyle daha lise yıllarında tanıştı.
  • Öğe
    Bir insan bin kültür: Batı Anadolu’nun “Koca Usta”sı Hayri DEV
    (Aksaray Üniversitesi, 2016) Yılmaz, Mahmut
    Hayri Dev... Bin yıllık Türk kültürünün yaşayan eşsiz mirası, o üç telli curanın son ustası, egenin ince uzun dedesi, ege dağlarının yanık sesi… O ömrü boyunca yörük ağaçlarının gölgesinde üç telli curası ile bizlere kuzuların, koyunların çığlığını anlattı. Hatta Hayri Usta’nın bu mütevazı, bir o kadar da dolu geçen yaşamı belgesellere konu oldu.
  • Öğe
    Tarihçi Ahmet Yaşar Ocak’ın hayatı ve akademik kişiliği
    (Aksaray Üniversitesi, 2016) Öksüz, Elif
    Ahmet Yaşar Ocak, 1946 yılında Yozgat’ta doğdu. 1951 yılında ilkokula başladıktan bir süre sonra Yozgat İmam-Hatip Okuluna başladı. O dönemde lise eğitimi 7 yıl olduğu için 1963 yılında okulu bitirdi. Daha sonra İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü’ne girdi. 1967 yılında İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü’nden mezun olduktan sonra tarih tahsili yapmak istediği için aynı yıl Bakırköy Lisesi’ni dışarıdan bitirdi. Yine 1967’de üniversite sınavına girerek İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’nü kazandı. 1971 yılında ise bu bölümden mezun oldu. 1972 yılında Hacettepe Üniversitesi Tarih Bölümü’ne asistan olarak başladı. 1974 yılında kazandığı Fransız bursu ile Starsbourg Üniversitesi’ne gitti. Ahmet Yaşar Ocak, 1978 yılında La Revolte des Baba Resul: Un Mouvent Socio-religieux au XIIIe Siecle en Anatolie (Babailer İsyanı) isimli teziyle doktora öğrenimini tamamlayarak Türkiye’ye döndü ve Hacettepe Üniversitesi Tarih Bölümü’nde Öğretim görevlisi olarak çalışmaya başladı. 1983’te doçent, 1988’de profesör oldu. Ahmet Yaşar Ocak; tasavvuf konusundaki fikirleri ve Türk kültürünün diğer öğelerine sünnî İslâm dışı, heteredoks kaynaklar arama gayretiyle dikkatleri üzerine çekmiştir.
  • Öğe
    Bir eskizaman efendisi: İbnülemin Mahmut Kemal İnal (1870-1957)
    (Aksaray Üniversitesi, 2016) Gür, Rabiye
    Tarihi şahsiyeti, ilmi ve eserleriyle büyük bir çalışmanın sahibi olmaktan başka İbnülemin'in tarihi hüviyeti bakımından belirtilmesi gereken birçok yönü daha bulunmaktadır. Onun başkalarına benzemez müstesna portresi bunların hatırlanması ile çok daha belirginleşecektir. Konağındaki müsiki meclisleri, en nadide ve müellif hattı tek nüsha yazmalar saklayan kütüphanesi, geçmiş asırlar Türk güzel sanatlarından bir tarih barındıran müzelik koleksiyon ve eşyaları. Giyiminde ve muaşeretinde güne teslim olmamış Tanzimat efendisini, bütün bir mazigörgü ve terbiyesini devam ettiren güngörmüş bir Babıali emektarını temsil eden, her şeyindeğiştiği, kökünden kopup uzaklaştığı bir çağ içinde kendi başına bir dünya olarak kalmış bir şahsiyettir. Çocukluğunda içine girdiği büyüklerin, meclislerinden kazanılmış bir gelenekle konağında elli yılı aşkın bir süre devam ettirdiği meclislerinde tarihe intikal etmekte olan bir kültürün, edebiyattan tasawufa, hattan müsikiye, siyasi geçmişimize mal olmuş sima ve vak'alara kadar her türlü bahsin konuşulduğu son sohbetlere, klasik Türk müsikisinin ayakta kalışına yüksek seviyede bir barınak olarak hizmet eden, unutulmaz fasıllara şahit olan konağında, ilim ve sanat çevresinden seçkin simaların her hafta uzun geceler etrafında buluştuğu son ocak olmuş bir İbnülemin Türk kültür tarihinde yerini almış bulunmaktadır.
  • Öğe
    Konya Valiliğinden Sadrazamlığa Bir Ömür “Devletlü”: Avlonyalı Ferid Paşa
    (Aksaray Üniversitesi, 2016) Açar, Savaş
    Osmanlı devlet idaresinde Balkan kökenli, özellikle de Arnavut asıllı çok sayıda devlet adamı vardır. Devlet hayatında önemli sorumluluklar üstlenen yöneticilere baktığımız zaman Balkan vilayetlerinde doğmuş ve kısa zamanda kabiliyet ve çalışkanlığı ile dikkat çekerek devlet hayatında önemli görevler almış, daha da yükselerek sadrazamlığa kadar ilerlemiş pek çok devlet adamı vardır. Bu devlet adamları arasında Arnavut asıllı olanlar ayrıca dikkat çekmektedir. Bunlardan biri de Avlonyalı Ferit Paşa’dır.
  • Öğe
    İmamlık-Sahaflık ve tüccarlık üçgeninde Osmanlı’da bir imam: Akçaabatlı Derviş Mehmet (1847)
    (Aksaray Üniversitesi, 2016) Aygün, Necmettin
    Türk-İslâm medeniyetinde kitap, “de ki: hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” mealindeki ayet (Zümer Sûresi 9. Âyet) örneğinde, ihata etmiş olduğu “saygınlık” önceliğinde yerleşik ve köklü bir kültüre işaret etmesiyle farklılık taşımaktadır. Kitabın, toplumu aydınlatma ve topluma önder olma vazifesi gören ulema sınıfının elinde doğup gelişmesi, kitap ile din olgusunun, yani İslâm’ın bir arada düşünülmesini gerekli kılmıştır. Bu nedenle yaratana, din adamına veya dinî kurallara gösterilen saygı ve hürmet aynı oranda kitaba da gösterilmiştir. Dolayısıyla eskilerde kitap sahibi olmak “kâmil insan” olmakla veya toplumda seçkin bir kimse olmakla eş anlamlıydı. Bu çalışmada, 1847 tarihli bir arşiv belgesinden1 yola çıkarak Osmanlı dünyasında kitap ve sahaflık geleneği konularında bilgi verilmiş; aynı zamanda imam olan Akçaabatlı Derviş Mehmet’in kitap ticareti ile olan ilişkisi değerlendirilmiştir. Çalışma, Trabzon örneğinde, Osmanlı taşra yerleşimlerinin İstanbul ölçüsünde olmasa da, hatırı sayılır bir kitap kültürüne sahip olmalarına örnek teşkil etmesi açısından önem taşımaktadır.
  • Öğe
    Osmanlı devleti’nde sahaf ve sahaflık
    (Aksaray Üniversitesi, 2016) Virdil, Mehmet
    Anadolu’da İS 12. Yy’da kâğıt üretimi mevcuttu. Kâğıt Anadolu’ya ilk dönemlerde doğudan, kâğıtçılığın Avrupa’da gelişmesinden sonra ise batıdan geliyordu. Osmanlı kâğıt ihtiyacını uzun süre batıdan karşılamıştır. İmparatorluğun ilk yıllarında Bursa, Amasya, İstanbul gibi bazı şehirlerde kâğıt imalatının yapıldığı düşünülmekte ise de bu merkezlerin tam olarak kâğıt üretimi yapmadığı daha çok buralarda ithal edilen ham kâğıtların işlendiği tahmin edilmektedir. Osmanlı Devletine doğudan gelen kâğıtların nereden nasıl ve ne miktarda geldiği hakkında bilgi yoktur. Buna karşılık, Avrupa’dan gelen kâğıtların menşei ve diğer künyeleri hakkında bilgiler mevcuttur. Avrupa’dan gelen kâğıtların bilinmelerinin sebepleri damgalı (filigran) oluşlarındandı.
  • Öğe
    Bir Fransız Asilzâdesi Baron De TOTT
    (Aksaray Üniversitesi, 2016) Meyvaçi, Serhat
    Kuruluş ve yükselme dönemlerinde dünyanın diğer toplumlarından üstün durumda olan Osmanlı Devleti, XVI. yüzyıl sonlarına doğru, özelikle askeri, siyasi ve ekonomik alanlarda eski gücünü kaybetmeye başladı. XVII. yüzyılda mevcut durumu düzeltmek isteyen ıslahatçı padişah ve devlet adamlarının gayretlerine rağmen, dönem boyunca Köprülüler Devri dışında devlette ciddi bir gelişim yaşanmazken bundan dolayı savaşlar kaybedilmeye başlandı. 1683 Viyana bozgununu izleyen Kutsal İttifak Savaşlarından sonra Osmanlı İmparatorluğu tarihinin en büyük toprak kayıplarını verdiği Karlofça Barış Antlaşmasını imzaladı. Antlaşmayla başta Macaristan, Mora, Podolya ve Ukrayna olmak üzere birçok toprak kaybedildi. Artan toprak kayıpları ve savaşlarda alınan yenilgiler Lale Devri’nden başlayarak ıslahatlar yapmaya başlayan padişahlar özellikle askeri alanda yabancı uzmanlar getirterek Avrupa’nın üstün olan bu tarafına erişmeye çalışmışlardır.
  • Öğe
    İsmâilî Hareketi ve Hasan Sabbah
    (Aksaray Üniversitesi, 2016) Erbaş, Yasemin Hilal
    İsmâililik ya da el İsmâiliyye, Şiî İslam’ın en önemli kollarından birini oluşturur. İslam’ın Sünnilik ve Şiîlik olarak ikiye ayrılmasının menşei Hz. Muhammed’in ölümünün ardından, ümmetin lideri olarak yerine kimin geçeceğine ilişkin meydana gelen krize dayanır. Bu önemli sorun üstündeki görüş ayrılıkları sonucunda aynı İslami mesajın iki farklı yorumu ortaya çıktı: Sünnilik ve Şiîlik. Müslümanların çoğunluğu daha sonra Sünnilik olarak karakterize olacak görüşü geliştirip desteklerken, azınlıkta kalan partizan bir grup kendi özgül öğretilerine sahip Şiî yorumunu geliştirdi. Zaman geçtikçe Şiîler, peygamber ailesinin hangi üyesinin gerçek imam olacağı konusundaki görüş ayrılıklarının yanında, düşünce ve siyaset farklılıklarından da kaynaklanan yeni hiziplere bölündü. VIII. yüzyılın ortalarında ortaya çıkan İsmâililer ya da ilk İsmâililer, bu Şiî hiziplerinden biriydi.
  • Öğe
    Cengiz Han yasalarının genel özellikleri
    (Aksaray Üniversitesi, 2016) Ünal, Mehmet Akif
    Moğol İmparatorluğu’nun hukuk ve askerlik işlerini düzenleyen kanunlar “Cengiz Han Yasası” olarak isimlendirilmiştir. Aslında bu yasanın tamamı Cengiz Han tarafından konulmuş olmayıp nesilden nesile aktarılan Moğol hukuk ve törelerinin düzenlenmesiyle oluşmuştur. Cengiz Han, kağan seçildiği 1206 kurultayında bu kurallara bazı ilaveler yapmış ve bunları yürürlüğe koymuştur. Otuz üç defter halinde tanzim edilen ve Moğol hazinesinde saklanan yasayı uygulama görevini de bu kanunları en iyi bilen oğlu Çağatay’a vermiştir. Timurlular dâhil İslamiyet’i kabul eden Moğol hanedanları bu yasaları özenle tatbik etmişlerdir. Cengiz Han Yasası bir kitap halinde tam olarak zamanımıza gelmemiştir. “Moğolların Gizli Tarihi, Cami’ü’t-Tevarih, Tarih-i Cihangüşa ve Abu’l-Farac Tarihi gibi eserlerde çeşitli maddelerine yer verilmiştir.
  • Öğe
    Karkamış antik kenti
    (Aksaray Üniversitesi, 2016) Akgün, Halil Can
    Kadeş savaşının ve tarihin ilk yazılı anlaşması olan Kadeş Anlaşmasının yapıldığı yer olan Karkamış ilk kez 16. yy'da, Doğu'yla ticaret yapan bir İngiliz şirketinin Halep temsilcisi olan Henry Maundrell tarafından fark edilmiştir. Yapılan ilk araştırmaların ardından 18. yy’da Halep'teki İngiliz konsolosu Alexander Drummund kentin planını yapmıştır.1 19. yy'ın sonlarında ise İngiltere'deki British Museum adına George Smith ve İngiltere konsolosu W. H. Skene araştırmalar yapmışlardır. 1879 yılında bölgeyi gezen General Herbert Chermside, kentin bir haritasını yapmış ve Kentteki hiyeroglif yazıtlar, 1900 yılında Messerschmidt tarafından Corpus Inscriptum Hittiticarum adlı yapıtta incelenmiştir. 1912-1915 yılları arasında Sir Leonart Vooley başkanlığında Bannett, Lewrenve, Guy'dan oluşan kazı heyeti burada bir dizi kazı yapmış, 1915 yılından sonra kazılara ara verilmiş ancak bu yıllardan önce Almanlar, daha sonra ise Birinci Dünya Savaşını takip eden yıllarda işgal gücü olarak bölgeye gelen İngilizler yaptıkları korsan kazılarla kentin değerli eserlerini ve kıymetli tarihi vesikalarını almış ülkelerine götürmüşlerdir. Böylece Anadolu’nun diğer yerlerinde olduğu gibi burada da bir tarih yağmacılığı yapılmıştır.2 1923 yılından sonra ise yasak bölge haline getirilen Karkamış'ın tekrar kazılması ancak 2011 yılında mümkün olmuştur. Son kazı çalışması ise 2015 yılında yapılmıştır. Suriye tarafında yer alan dış kentte ise 2006 ve 2010 yıllarında bir dizi kazı gerçekleştirilmiştir. Günümüzde Suriye iç savaşı nedeniyle Suriye kısmında arkeolojik çalışma yapılmamaktadır.
  • Öğe
    Tarih öncesi çağlarda Kapadokya bölgesi: paleolitik çağ
    (Aksaray Üniversitesi, 2016) Yaman, Iraz Aslı
    Günümüz uygarlığının temellerinin atıldığı ve insanlık tarihinin en uzun zaman dilimini oluşturan Paleolitik (Yontmataş) Çağ, G.Ö. 2.6 milyon yıl önce başlar ve son buzul dönemi olan Holosen başlangıcında sona erer. Paleolitik, etimolojik olarak “paleos-eski” ve “lithos-taş” anlamlarını karşılayan iki kelimenin birleşmesiyle oluşmuştur. Arkeoloji bilimi içerisinde Paleolitik Çağ olarak tanımlanan söz konusu süreç, jeolojik açıdan “Pleistosen” olarak adlandırılmaktadır. Dönüşümlü olarak soğuk ve ılıman iklim şartlarının egemen olduğu IV. jeolojik zamanın yani Kuvaterner’in ilk bölümünü kapsayan Pleistosen, Buzul Çağı olarak da bilinmektedir. Klimatolojik ve ekolojik koşullar açısından günümüzden oldukça farklı bir görünümde olan Pleistosen’de özellikle buzul ve buzul-arası dönemlerde sıcaklık ve yeryüzü şekillerinde köklü değişimler meydana gelmiştir. Bu köklü değişimlere yenik düşmeyen ve ekosisteme ayak uydurmaya çalışan atalarımız, beslenme ve barınma gibi temel ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla doğadan yararlanarak, farklı alanlarda yaşamaya başlamışlardır. Tarihöncesi Çağlar’da iklimin ılıman seyrettiği buzul-arası dönemlerde açık alanlarda yaşamlarını sürdüren insanlar, şiddetli ve çetin soğukların yoğunlaştığı süreçlerde, dış faktörlerin çok fazla müdahale edemediği ve daha izole olan mağara ya da kaya altı sığınakları gibi korunaklı alanları tercih etmişlerdir.