Cilt 5, Sayı 10, Makale Koleksiyonu

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Güncel Gönderiler

Listeleniyor 1 - 9 / 9
  • Öğe
    Bizans topraklarında bir mücahit: Abdülvehhâb Gazi
    (Aksaray Üniversitesi, 2018) Yüksel, Mücahit
    Abdülvehhâb b. Buht (ö. 113/732) ya da meşhur adıyla Abdülvehhâb Gazi, hayatını hem ilmî çalışmalarla hem de cihat ile geçirmiş bir şahsiyettir. Anlatılanlara göre, Battal Gazi (ö. 113/732), Ahmet Turan Gazi (ö. 113/732) ve Abdülvehhâb Gazi Anadolu topraklarının İslâmlaşması için mücadele etmişlerdir. Battal Gazi ile birlikte Rûm topraklarına yapılan gazvelere katılmış ve 113/732 senesinde şehit olmuştur. Anlatıldığına göre 732 yılında Emevî komutanı Mesleme b. Abdülmelik (ö. 121/739), büyük bir ordu ile Bolvadin’e gelir ve burada Akrenon (Afyon) kalesini kuşatır. Rumlara karşı verilen mücadelelerde Abdülvehhâb Gazi’nin kahramanlıklarına şahit olunmuştur. Askerlerin kaçtığını gördüğü zaman onları savaşa devam etmeleri için teşvik etmiştir. Abdülvehhâb Gazi, hadis ile de meşgul olmuştur. İbni Ömer, Enes ve Ebû Hüreyre’den hadis rivâyet etmiştir. Yaşadığı dönemde önemli hizmetler yapmış olmasına rağmen çok fazla tanınmayan bu kahramanın da gelecek nesillere örnek olarak sunulması gerekmektedir. Abdülvehhâb Gazi hakkında kaynaklarda yeterince malumat mevcut değildir. Bu sebeple makalemiz, eldeki veriler oranında onun kişiliği, hayatı, ilim ve cihat alanındaki faaliyetleri ile sınırlı tutulmuştur.
  • Öğe
    المال الحرام فقه التصرف فيه و التعامل مع أصحابه
    (Aksaray Üniversitesi, 2018) Elmedeni, Enes
    ، وكيفية التعامل مع أصحابه، فقد يكتسب املسلم املال احلرام لسبب من اْلسباب سواء أكان بقصد أو بغي قصد، مث يرغب يف تطهي ماله، والتخلص منه وفق اْلحكام والقواعد الشرعية، أو قد يتعامل املسلم مع أصحاب املال احلرام، فيحتار يف كيفية التعامل معهم دون الوقوع يف احلرام. من خالل البحث أحاول اإلجابة عن هذه اإلشكالية عرب تقسيم املوضوع إىل ثالثة أقسام، القسم اْلول خصص لبيان مفهوم املال احلرام عند العلماء واختيار التعريف الراجح له، ومن مث بيان أقسام وأنواع املال احلرام. أما القسم الثاين فنشي فيه إىل املصارف الشرعية املمكنة للتخلص من املال احلرام، ونذكر خالف العلماء يف جواز إنفاق احلائز للمال احلرام على نفسه، أو استخدامه له، والشروط الواجب توفرها جلواز ذلك. أما القسم الثالث واْلخي فأشران فيه إىل أهم قواعد التعامل مع أصحاب املال احلرام، سواء أكان املال ً ماالً ً فيه. ً من وجوده، أو مشكوكا ًابملال احلالل، وسواء أكان متيقنا ً أو خمتلطا حراما خالصا الكلمات املفتاحية: الفقه اإلسالمي، املال احلرام، التصرف ابملال احلرام، التعامل مع حائز املال احلرام، املعامالت املالية.
  • Öğe
    İdeolojinin Kur’ân yorumuna yansıması -Mevdûdî’nin Yûsuf sûresi 76. ayetini tefsiri özelinde-
    (Aksaray Üniversitesi, 2018) Narol, Süleyman; Ersöz, Muhammed
    Her müfessir, döneminin siyasi, sosyal ve kültürel ortamından etkilenmiştir. Buna müfessirin kendi bilgi birikimi, ideolojisi, düşünce sistemindeki öncelikleri ve vazgeçilmezleri eklenince ortaya koyduğu yorumlar da hiç kuşkusuz bu etkilerden bağımsız olmayacaktır. Bu durum zamanla Kur’ân yorumunda âyetin tarihsel bağlamından uzak yorumların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Mevdûdî de sömürge sonrası Hint alt kıtasında ortaya çıkmış olan yeni siyasi ortama uygun olarak benimsediği söylemi Kur’ân yorumuna yansıtmıştır. Onun söyleminin yansımalarından birisi de Yûsuf Sûresi 76. âyeti hakkındaki yorumudur. Mevdûdî, bu ifadeyi ilk muhataplardan gelen rivâyetlere ve genel kabule aykırı olarak kendi siyasi ve ideolojik görüşleri bağlamında yorumlamakta ve kendi görüşüne uymayan yorumları dil kuralları açısından tenkit etmektedir. Hâlbuki bahse konu olan ifadeye dair, rivâyet tefsirlerinde ve erken tefsir kaynaklarında Mevdûdî’nin görüşünü destekleyen herhangi bir argümana rastlamak mümkün değildir. Mevdûdî’yi bu şekilde yorumlamaya sevk eden en önemli etkenlerden birisi, yaşadığı dönemin refleksif bir tavrı olarak değerlendirilebilir. Bu, Kur’ân yorumunda insan unsurunun ne denli etkili ve belirleyici bir unsur olduğunu ortaya koyması bakımından oldukça önemlidir. Bu çalışmamızda öncelikle kısaca Mevdûdî’nin yaşadığı siyasal ortam ve onun siyasi görüşlerine değinilecektir. Akabinde çalışmamıza konu olan âyetin Kur’ân’ın ilk muhatapları tarafından nasıl yorumlandığı ortaya konularak âyetin anlam-yorum çerçevesi belirlenecektir. Bir sonraki aşamada da Mevdûdî’nin bunca rivâyetleri göz ardı ederek eleştirel bir bakışla yorumlamasının gerekçeleri tespit edilmeye çalışılacaktır.
  • Öğe
    Peygamberlerin ismet sıfatının kur’ân yorumlarına etkisi (Hz. Âdem örneği)
    (Aksaray Üniversitesi, 2018) Şen, Mustafa
    Bu çalışma Peygamberlerin sıfatlarından olan ismet inancının Kur’an yorumlarını nasıl etkilediğini Hz. Âdem kıssası örneğinde incelemeyi amaçlamaktadır. Kur’an’ın yorumuna etki eden âmillerden birisi de İslam düşüncesinde yer alan ‘ismet’ sıfatıdır. Siyasi temelli olarak ortaya çıktığı anlaşılan ve daha sonra itikadi konular arasında yer alan ‘ismet’ sıfatı Şîîlere göre imamlarda ve peygamberlerde; Ehl-i sünnet ve Mu’tezile’ye göre ise sadece peygamberlerde bulunması zorunlu bir sıfattır. Kur’an’da peygamberlerin ihlaslı, seçkin, doğru ve daima Allah’a yönelen gibi üstün özelliklerine temas edilmekle birlikte onlar hakkında günah işlememe gibi bir nitelikten söz edilmemektedir; aksine bazı peygamberlerin işlemiş olduğu hatalardan bahsedilmektedir. Durum böyle olmakla birlikte peygamberlerin hata işlediğine dair âyetler, kimi müfessirler tarafından ismet kavramı çerçevesinde yorumlanmaktadır. Bu çalışmada öncelikle ismet sıfatının mahiyetiyle ilgili kelam mezheplerinin düşünceleri de dikkate alınarak giriş sadedinde kısa bir değerlendirme yapılacaktır. Daha sonra ilgili âyetlerin, ilke/itikat olarak benimsenen ismet sıfatı gölgesinde yorumlanması, Hz. Âdem örneği çerçevesinde ele alınacaktır. Bu çalışmanın amacı ismet sıfatı bağlamında ilgili âyetlere yaklaşım olduğu için, kıssaların gerçekliği, tarihselliği ve mitolojik unsurlar içerip içermediği konuları üzerinde durulmayacaktır.
  • Öğe
    Qur’an schools in the Malay peninsula: A traditional education template between change and continuity
    (Aksaray Üniversitesi, 2018) Özay, Mehmet
    This study examines the Qur’an schools in Malay Peninsula during the British colonial rule. It investigates how these educational institutions were perceived by the colonial rule and analyse the process of their transformation over the decades. It is also crucial to clarify the concept of Qur’an schools within the juncture of overall Islamic education centers operated not only in Malaya but also in the Archipelago, which were functional enough in the dissemination of traditional religious knowledge and values to the new generations. The colonial rule delivered new educational initiatives such as the Malay vernacular schools by implimenting various policies on the basis of a Euro-centric approach in the latter period of colonial rule. The colonial rule integrated Qur’an classes emulating partially the practice of Qur’an schools into newly established Malay vernacular schools in order to attract the interests of the Malay parents in an effort to convince them to send their children to these institutions. Although Malay families got used to these new education initiatives and register their children at these institutions, it is asserted that the secular-based vernacular schools are deemed to have caused degradation in the socio-cultural and religious structure of traditional Malay Muslim societies. In this context, this new education system is a subject matter to be studied and analyzed as a phenonemon of change in social structure. It is also worth observing the reactions of the Malay Muslim communuities during this process towards the new educational establishment. The analytical narratives of this study rely on sources produced during the colonial period and other related sources of contemporary literature
  • Öğe
    İbn Sînâ’da ‘iyi’liğin ve kötülüğün ontolojisi
    (Aksaray Üniversitesi, 2018) Ovacık, Zübeyir
    İyilik ve kötülüğün neliği üzerine yoğunlaşan felsefî bir soruşturma, felsefî düşüncenin en soyut tartışma alanlarından birisini oluşturmaktadır. Bu çalışma, insanın ahlâkî eylemleriyle ilişkilendirilebilecek bir iyilik ve kötülük tartışmasından daha ziyade, iyilik ve kötülüğün ontolojik boyutlarına, bir başka ifadeyle iyilik ve kötülüğün metafizik temellerine ilişkin bir tartışmayı İbn Sînâ örneğinden yola çıkarak sürdürmeyi amaçlamaktadır. Felsefî düşünüş biçiminin İslâm kültür havzasındaki en yetkin temsilcilerinden biri olarak İbn Sînâ, iyilik ve kötülük problemini, daha kuşatıcı bir perspektifi dikkate alarak zihinsel soyutlamanın en üst düzeyde gerçekleştiği metafizik disiplini çerçevesinde ele almaktadır. Bu doğrultuda iyilik ve kötülük meselesini Tanrı-evren ilişkisi açısından da tartışan İbn Sînâ, Tanrı ile iyiliği özdeşleştirirken, kötülük ile de yokluk kavramını yan yana getirmektedir. Böylelikle İbn Sînâ, iyiliğe ontik bir karşılık tayin ederken, kötülüğü yokluk kavramı çerçevesinde ele almaktadır. İyilik ve kötülüğe dair bir soruşturmayı varlık ve yokluk kavramları ekseninde yürütmekte olan İbn Sînâ, iyilik ve kötülüğün insani düzlemde nasıl ortaya çıktığı ve nasıl algılandığıyla da ilgilenmektedir. İslâm felsefesine asıl rengini veren Meşşâî geleneğin sistematik ismi olan İbn Sînâ’nın iyiliği ve kötülüğü Aristotelesçi bir bakış açısının yanı sıra, hangi felsefî okul veya düşünce geleneği çerçevesinde tartıştığının izlerini sürmek, mevcut çalışmanın hedefleri arasındadır.
  • Öğe
    İslâm tarihinin yazımında hadis(çi)-tarih(çi) ilişkisi -hicret örneği-
    (Aksaray Üniversitesi, 2018) Demirel, Harun Reşit
    Tarihin en önemli olaylarından birisi de hiç şüphesiz hicret olayıdır. Hz. Peygamber (s.a.v.), müşriklerin baskısı altında sıkıntı çeken ashabının daha rahat ibadet edebilecekleri yerlere hicret etmelerini tavsiye etmiştir. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in bu tavsiyesine uyan ilk Müslümanlar önce Habeşistan’a ardından da Medine’ye hicret etmişlerdir. Kurân-ı Kerîm’de onların bu kutsal yolculuğundan övgüyle bahsedilmektedir. Her ne kadar bu olay mekânsal açıdan Müslümanların Mekke’den Medine’ye göçünü ifade etse de tarihi süreçte inananların hayatını çeşitli açılardan etkilemiştir. Hz. Peygamber (s.a.v.) ashabına hicreti tavsiye ettiği gibi kendisi de doğup büyüdüğü Mekke’den dostu Hz. Ebû Bekir ile yola çıkmış ve bu hicret yolculuğunda müşriklerin tüm engelleme ve tuzaklarına rağmen İslam’a kucak açan Medine’ye ulaşmış ve böylelikle İslam dini açısından yeni bir dönem başlamıştır. Bu çalışmada siyer kaynaklarıyla hadis edebiyatının değişik konuları altında serpilmiş bir şekilde bulunan hadisler mukayese edilerek hadis kaynaklarındaki bu haberlerle hicret örneğinde olduğu gibi bir siyer yazılıp yazılmayacağı araştırılacaktır. Yine bu bağlamda hadisçi-tarihçi ilişkisi –varsa- incelenecektir.
  • Öğe
    Debûsî’nin Mâlik b. Enes’in kıyası habere tercih ettiği iddiasının tahlili
    (Aksaray Üniversitesi, 2018) Tuzcu, Recep
    Ulema, İslâm ilim tarihi boyunca ilmi bir bakış açısıyla hem çağdaşları hem de sonraki ilim adamlarınca bazen takdirle karşılanmış bazen de muhtelif görüşlerinden dolayı tenkit edilmişlerdir. Bunlar arasında Ehli Rey’den Debûsî, İmâm Mâlik b. Enes’i kıyas-hadis tercihi meselesinde on üç konuda kıyası habere tercih ettiği gerekçesiyle eleştirmiştir. Bu araştırmada Mâlik b. Enes ve Mâlikîler’in bu iddiaları ve ilgili konuları nasıl ele aldığı incelenmiştir. Mâlik b. Enes, delil aldığı haberde; nassa ve Medinelilerin ameline uygunluk yanında sıhhati de aramaktadır. Dolayısıyla İmam Mâlik, kıyası tercih etme meselesinde önceliği kıyasa değil, haberin sübutuna vermektedir. Sonuç olarak Debûsî’nin, İmâm Mâlik’in onüç mesele özelinde nassa dayanan külli kaidelerine muhalif olduğu için kıyası iki haber-i vâhide tercih etmesiyle iki örnek bağlamında haklılık payı varsa da genel olarak İmâm Mâlik’e eleştirilerinde isabetsizdir diyebiliriz. Geriye kalan on bir haberden ikisinde âyet ve sabit sünnetle, hükmü açısından haber’i tahsis etmekte, dört örnekte haberi; uydurma, zayıf, müdrec ve Medinelilerin ameline muhalefeti sebebi ile tenkit ederek delil almamaktadır. Beş örnekte de haber’i farklı tariklerle ve sahâbe kavilleriyle Kur’an ve sünnete uygun yorumlayarak delil almaktadır. Bu açıdan İmâm Malik’in haberi kabulde usul farklılıkları, Debûsî’nin, İmam’ın kıyası habere/asara tercih ettiği iddiasını boşa çıkarmaktadır.
  • Öğe
    Nikâh akdi ve vasîlik bağlamında Aksaray ve çevre yerleşimlerde kadınlar ile çocukların hak arama hukuku (1742-1743)
    (Aksaray Üniversitesi, 2018) Aygün, Necmettin
    Osmanlı Devleti, kadın ve çocukların haklarını koruma hususunda hukuk sistemini oluşturmuş ve işletebilmiş nadir devlet teşekküllerinden biridir. Osmanlı’da yetim kalan çocukların sahipsiz bırakılmayarak, korunmaları ve iyi yetiştirilmeleri esastı. Bu doğrultuda Osmanlı mahkemesi, yetime buluğ çağına gelinceye kadar, babadan intikal eden mülkünü idare edebilmek için bir “vasî” ve onu ileriki hayatına hazırlamak için de bir “velî” tayin etmekteydi. Vasî ataması, uygulamada, öncelikle ebeveynler veya yakın akrabalar arasından yapılmaktaydı. Bu durum, yetimlerin sahipsiz kalmalarına engel olmak ve böylelikle neslin devamını sağlama almak maksadının yanında, mirasın yabancıya gitmesine engel olmak amacı da taşıyordu. Yetimler buluğ çağına ulaştıklarında ise, ebeveynlerinden kendilerine intikal eden her türlü hakkı, mahkeme kanalıyla takip edip üzerlerine alabilmekteydiler. Osmanlı dünyasında, yetimler gibi, kadınlar da hukukî korumaya sahip idiler. Bu bağlamda Osmanlı kültüründe nikâh akdi, aile kurumunu yaşatmada “ana unsur” olarak görülmüş ve “nikâhlı olmak”, aile müessesesinde birtakım hukukî kazanımların garantisi olarak titizlikle uygulanmıştır. Bu çerçevede zaman zaman nikâhlı veya evli kadınlar gayr-ı kanunî müdahalelere maruz kaldıklarında şikâyetleri üzerine devletin müdahalesi ile adaletin tesisi mümkün olabiliyor; böylece mağduriyetleri bir ölçüde en aza indirgenebiliyordu.